Farklı enflasyon beklentileri ve para politikası
TCMB son PPK toplantısında beklentiler yönünde hareket etti ve politika faizini değiştirmedi. Başkan Karahan’ın son dönemdeki söylemleri de bu konuda bizlere ipucu vermişti. Faizlerin geldiği noktanın yeterli olduğu, bundan sonraki adımların daha ziyade makroihtiyati politikalar ile ince ayar amaçlı atılacağını söylemlerden anlamıştık.
Mevcut politika faizinin ve ek sıkılaştırıcı önlemlerin mevcut koşullarda yeterli olduğunu düşünüyoruz. Önümüzdeki aylarda TCMB’yi destekleyici bir kısım gelişmeler yaşanacak. Seçim belirsizliklerinin bittiği, turizm sezonu ile döviz likiditesinin bollaştığı, sermaye akımlarının sınırlı da olsa arttığı, kredi notumuzun yükselmesini beklediğimiz bir döneme giriyoruz. Yılın ortasından itibaren enflasyonda baz etkisinin desteğini unutmamak gerekiyor. Makroekonomik ortamın görece iyileştiği bir dönemde TCMB’nin önünde önemli bir sorun duruyor. O da ekonomik birimlerin beklentilerinde gözlenen farklılaşma.
“Biz beklentilerdeki farklılaşmanın etkisini son olarak yerel seçimler öncesinde döviz piyasasında gördük”. Politika yapıcılar TL’de reel değerlenme olacağına dair iletişimi sürdürürken ve piyasa profesyonelleri seçim sonrasında kurlarda artış beklemezken hanehalkı aynı fikirde değildi. Bunun sonucu olarak artan döviz ve efektif talebi TCMB’nin yıl başında 140 milyar dolar olan döviz rezervlerinin Mart sonunda 123 milyar dolar seviyesine düşmesine neden oldu.
Her ne kadar Nisan ayı başından beri TCMB döviz rezervlerinde artış ve döviz tevdiat hesaplarında düşüş gözlemlesek de TCMB’nin bu süreci yönetmek zorunda kalması tamamen farklı beklentilerden kaynaklanıyor. Benzer bir sorun enflasyon beklentileri yönetiminde de yaşanıyor. Politika yapıcıların tahminleri/hedefleri ile hanehalkının ve piyasa profesyonellerinin beklentilerinin örtüşmediğini gözlemleyebiliyoruz. Daha açık söylemek gerekirse hanehalkı piyasaya göre daha yüksek enflasyon beklentisine sahip. Piyasa profesyonellerinin beklentileri politika yapıcıların söylemlerine daha yakın.
Fakat piyasa profesyonellerinin enflasyon beklentilerinin de homojen olduğunu söyleyemeyiz. TCMB’nin yayınladığı bir yıl sonrası için enflasyon beklentileri %46 ile %26 arasında dağılıyor. Çoğu ekonomistin beklentileri ise %30 ile %38 arasında dağılıyor bu ankete göre. Bu durum da bize gösteriyor ki beklentilerin yönetiminde önemli bir sorun var. Başkan Karhan da bu konuya dikkat çekmiş yaptığı konuşmada. Beklentilerin bu kadar ayrıştığı bir ortamda enflasyonu kontrol etmek ve düşürmek elbette zorlaşıyor.
Fiyat belirleyenlerin enflasyon tahminleri ile politika yapıcıların hedefleri örtüşmediği sürece hedefe ulaşmak çok zor. Politika yapıcı da bu durumun farkında. Peki bu sorun nasıl çözülebilir? Atılması gereken ilk adım resmi enflasyon verilerine olan güveni artırmak olmalı. Verilerin yaşanan enflasyonu yansıttığına dair güvende ciddi bir erozyon var. Bu da fiyatları belirleyen karar alıcıların kendi enflasyonlarını belirlemesine, dolayısıyla homojen olmayan enflasyon algısı ve enflasyon tahminlerine neden oluyor.
Bu bağlamda, enflasyon hesaplamalarında kullanılan fiyatlara dair şeffaflığı artırmak çözümün bir parçası olmalı. Enflasyon beklentilerinin heterojen olduğu bir ortamda para politikası nasıl davranmalı? İktisat yazınında bu konuda birçok çalışma ve politika önerisi var. Kanımca bu durumda merkez bankaları politika faizini belirlerken olması gerekenden fazla agresif davranmamalı.
Çünkü daha agresif politikalar enflasyonu düşürmenin maliyetini artıracaktır ve bu durum kamuoyunda zaten az destek gören politikalara olan desteği daha da zayıflatacaktır. Bunun yerine merkez bankaları karar mekanizmalarını daha şeffaf hale getirmelidir. Toplumun farklı kesimleri ile iletişimi artırmalı ve attığı adımların nedenlerini ve olası sonuçlarını paylaşmalıdır. Enflasyon beklentilerini düşürebilir ve kontrol edebilirsek para politikasında ihtiyaç duyulan sıkılaşma düzeyi çok daha düşük olacaktır.
Enflasyon hedefleri ve beklentileri arısındaki farkı azaltmak için atılabilecek bir diğer adım da hem özel sektörde hem de kamuda verimliliği artırmak. Kamuda harcama savurganlığını azaltırken harcamaları şeffaflaştırmak ve verimli alanlara yöneltmek, vergi toplamada adil bir yapı oluşturmak sürece çok önemli katkı sağlayacaktır.