Fark yaratmanın yolu, strateji

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

Son otuz yılın değişik zamanlarında ciddi atılım yapmış ve başarı hikayesi yaratmış ülkelere bakarsanız herbirinin sahip oldukları özelliklerin ve içinde bulundukları koşulların oldukça farklı olduğunu görürsünüz. Biraz da düşünmeye meraklıysanız, İrlanda'dan Finlandiya'ya, Brezilya'dan Kore ve Singapur'a, hatta dev pazarları nedeniyle farklı bir düzlemde olsalar da Çin ve Hindistan'a kadar çeşitli coğrafyalara dağılmış bu ülkelerde ortak noktaların neler olduğunu sorgularsınız. Bana sorarsanız en önemli benzerlikleri en azından bir veya birkaç konuda stratejik önceliklerini belirlemeleri ve bunlara günlük politik gündemlerini aşan bir perspektifle odaklanmalarıdır derim. Bunların içinde aynı zamanda insan kaynağının önemini ve yaratıcılığını sistemli bir şekilde yükseltmeyi becerenler ise yaptıkları atılımı köklü ve kalıcı bir üstünlüğe de dönüştürebiliyorlar.

Porter da doğruluyor

Geçtiğimiz üç haftada yani IMF-Dünya Bankası yıllık toplantısının öncesinde ve sonrasında bu sütunlarda çeşitli açılardan dünya konjonktüründe kriz sonrasında fırsatların ve bizim de avantajlarımız olduğunu, ama fırsat ve avantajların yetmeyeceğini, bu fırsat ve avantajların gereğince farkında olmak ve daha önemlisi bunları değerlendirip kullanabilecek konuma ve kapasiteye ulaşmak gerektiğini vurgulamıştım.

Tesadüfe bakın ki İşTcell Konferansı bağlamında bu hafta sonunda İstanbul'a gelen ünlü strateji ve rekabet uzmanı Harvard Üniversitesi profesörlerinden Michael Porter, konferansta açıkladığı ve profesyonel bir çalışma grubu ile rapor haline getirdiği Türkiye ile ilgili değerlendirmesinde neredeyse aynı şeyleri söylemiş. Çok istediğim halde başka bir programım nedeniyle katılamadığım, ancak hem katılan dostlarımdan hem de basındaki yansımalarından anladığım kadarıyla Porter, Türkiye'nin başta jeostratejik konumu olmak üzere pek çok doğal avantajı ve büyük bir potansiyeli olduğuna, ancak bu potansiyeli kullanabilip kullanamayacağının hâlâ belli olmadığına işaret etmiş. Ardından da 2001'e kadar elli yıl boyunca Türkiye'nin rekabet gücünü artırma konusunda tutarlılıktan uzak dağınık bir politika izlediğini, 2002-2007 arasını ise makroekonomik politikalar yönünden iyi kullandığını, ama içsel dinamiklerini ve kurumsal kapasitesini geliştirmeye henüz yoğunlaşmadığını eklemiş.

Porter'a göre en önemli eksikliklerimiz arasında büyüme ve rekabetçilik konusunda kamu ve özel sektörü kapsayan ortak bir vizyona sahip olmayışımız ile işgücünü verimli kullanma ve yaratıcılığı destekleme konusundaki yetersizliğimiz öne çıkıyor. Bundan sonra daha da zorlu olacak rekabet yarışında başarılı olmak ve gerçek bir atılım yapabilmek için öncelikli koşul stratejik yaklaşım. Ayrıca devlet ve iş dünyasınca ortak bir vizyon oluşturulması, yani belli hedefler konusunda toplumsal uzlaşma sağlanması gerekli. Nihayet, G-20 ve IMF-Dünya Bankası toplantılarından sonra bizim de altını çizdiğimiz gibi, bölgesel işbirlikleri ve bütünleşmelerin öncelik kazandığını gözden kaçırmamak gerekiyor.

Stratejik yaklaşmazsak işimiz zor

Özellikle stratejik yaklaşım ihtiyacının önemi bizde nedense hep ıskalanmıştır. Bunda nakilci gelenekten kaynağını alan ve gerçek anlamda reform geçirmemiş eğitim sistemimizin olduğu kadar, ortak çıkarlar ve hedefler etrafında bilinçli bir kenetlenme alışkanlığını içermeyen, bunun toplumun dışında ve üzerinde bir otoriteden gelmesini bekleyen bir toplumsal kültüre sahip oluşumuzun da etkisi olmalı. Bu nedenle her kesim ve kurum, sadece kısıtlı bir perspektiften sorunlara ve dünyaya bakarak üzerlerine düşeni yaptıklarını düşünür ve fakat bu farklı perspektiflerin kesiştiği prizmadan çıkan toplu sonuçların, kurumların, oluşumların sorumluluğunu kimse üstlenmez.

Gerçekten de teknoloji geliştirmekte, hukuk güvenliğini sağlamakta, üst düzeyde bilim adamı, sporcu, sanatçı yetiştirmekte, sermaye yaratmak, şirket ölçeklerini büyütmekte gösterdiğimiz başarısızlık ve hatta işgücü niteliği ve yenilikçilik gibi göreli olarak bağımsız kategoriler sayılan alanlardaki geriliğimiz, strateji geliştirmekteki zaafımız ya da hevessizliğimiz yüzünden bir türlü aşamadığımız darboğazlar olarak varlığını sürdürüyor. Goldman Sachs, PwC, IMF gibi değişik kuruluşların otuz-kırk yıl sonrasına ilişkin projeksiyonlarında da, ülkelerin dünya liginde sıçrama yapacak birkaç ülkenin (bu arada Türkiye'nin) kendi ev ödevlerini özenle yapacaklarının, büyüme dinamiklerini etkileyecek eğitim, yenilikçilik ve yönetim etkinliği gibi alanlarda olumlu performans göstereceklerinin varsayıldığı unutulmamalı.

Nitekim avantajlarımıza rağmen krizin tahribatına en fazla maruz kalan ülkelerden biri olmamızda da, güçlü ve zayıf yanlarımızın, dış ve iç faktörlerin kapsamlı bir analizine dayanan stratejik bir yaklaşım oluşturamayıp, tereddütlü, ikircili ve gecikmeli tavır alışımızın payı inkar edilemez.

Bunun son zamanlarda dikkat çeken kanıtlarından biri de, çok daha fazla sayıda değişkeni bulunan dış politikada bir ölçüde stratejik davranabildiğimiz için ekonomiden daha hareketli ve etkin bir performans göstermemiz değil mi?

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019