Faizsiz bol kaynak imkânı
1980’lerde başladı, geçen yüzyılın sonlarına doğru iyice yoğunlaştı. Küresel krizden önceki yıllarda ise bir tabuya dönüştü. Merkez bankalarının kamu kesimi açıklarını para basarak finanse etmelerinden söz ediyorum. Bir merkez bankasının bağımsız olup olmadığının en önemli göstergelerinden biri, ülkesinin hükümetinin bütçesinin iki yakası bir araya gelmiyorsa, gelmesini sağlamak üzere devlet harcamaları ile gelirleri arasındaki farkı para basarak kapatmaya çalışıp çalışmadığı. Para basılıp hazine finanse ediliyorsa, o ülkenin merkez bankasının bağımsızlığından söz etmek mümkün değil.
Çoğu piyasa ekonomisinde bu tür ‘açık’ finansman yasak. Türkiye de 2001 krizinden sonra Merkez Bankası kanununda yaptığı değişiklikle bu kervana katıldı. Banknot matbaalarına fazla mesai yaptıran bu tür finansmanın yasak olmasının arkasında hem yüklü miktarda kuramsal çalışma hem de geçmişin yüksek enflasyon deneyimleri var. Kimi ülkelerde enflasyonun ‘yüksek’ kavramının dışına çıkıp ‘çılgın’ bir hale dönüşmesi de unutulmuş değil ebette bu yasakların getirilmesinde.
Soru şu: İçinde bulunduğumuz ekonomik koşullarda böyle bir yasağa gerek var mı? Atılan onca taklaya rağmen gelişmiş ülkeler bir türlü ayağa kalkamıyorlar. Bunun en önemli istisnası ABD. Orada bile ‘acaba’ ekonomi tekrar durgunluğa girer mi endişeleri dile getiriliyor. “Madem ekonomileri canlandırmak için negatif faiz bile işe yaramıyor, hâlâ neden devlet harcamalarının artırılmasından öcü gibi korkuluyor?” diye soruluyor. Enflasyondan arındırılmış uzun vadeli devlet borçlanma faizlerinin bu denli düşük olduğu bir ortamda, hükümetlerin borçlanmayı artırıp elde ettikleri fonlarla talebi artıracak harcamalara girişmeleri öneriliyor.
Ancak gelişmiş ülkelerin çoğunda kamu borcu oldukça yüksek. Enflasyondan arındırılmış borçlanma faizleri şu anda çok düşük düzeylerde olsa bile, kamu harcamalarında önerilen artışların yeni borçlanma ile finanse edilmeleri halinde, daha da artacak borç düzeylerinin ileride önemli riskler yaratmasından endişe ediyor bir kesim. İşte bu aşamada banknot matbaalarını çalıştırma önerisi devreye giriyor.
Küresel krizden sonra önemli gelişmiş ülkelerin merkez bankalarının bilançoları inanılmaz ölçüde büyüdü. Ancak bu büyüme kredi genişlemesine yol açmadı ve dolayısıyla iç talebi körüklemedi. Bu durumda, küresel krizden sonra gerçekleşen tipte bir merkez bankası bilançosu büyümesi ve bu büyümenin kredi genişlemesini tetiklemesini (sonradan anlaşıldığı gibi boş yere) ummak yerine, doğrudan devlet harcamalarının ve transferlerinin artırılmasını finanse eden bir parasal büyüme öneriliyor. Özellikle altyapı harcamalarının artırılmasının ve harcama gücü yüksek az ve orta gelirli kesimlere bütçeden kaynak transfer edilmesinin gerekli olduğu belirtiliyor. Bu harcamaların doğrudan merkez bankalarına para bastırılarak finanse edilmesinin sakınca yaratmayacağı giderek daha fazla gündeme getiriliyor.
Gelişmiş büyük ekonomileri ayağa kaldırmak için uygulanan bol kepçe para ve son derece düşük faiz politikası yükselen piyasa ekonomilerinde önemli sorunlar doğurdu. Öyle anlaşılıyor ki bizim gibi ülkelerin büyük gelişmiş ülkelerin kriz sonrasındaki ekonomi politikalarından çektikleri yetmedi. Yukarıda özetlediğim tartışmanın politikacıların müthiş ilgisini çekeceğini söylemek için kâhin olmaya gerek yok. Açık ki bu tartışma faiz tartışmasını demode kılacak potansiyele sahip. Öyle ya; “faiz düşüktü yok yüksekti” tartışmasının çok ötesine geçiliyor; faizsiz ‘kaynak’ öneriliyor. Hadi, hayırlısı…