Faizlerdeki değişikliğin anlamı!
Geçtiğimiz hafta içinde yapılan Merkez Bankası para kurulu toplantısından çıkan faiz kararı, hareket yeteneği daraldıkça daha büyük riskler almanın zorunluluk haline geldiğini düşündürüyor. IMF ile temaslar sürdürülürken, kısa vadeli faizlerin 2 puan düşürülerek yüzde 13'e geriletilmesi ile nasıl bir açılım yaratılmaya çalışıldığını anlamak zor değil. Fakat ortaya çıkabilecek yan tesirlerin hedeflerin çok gerisinde kalınmasına sebep olabileceğini kabul etmek gerekiyor. Merkez Bankası, 2001 yılı Kasım ayından bu yana ısrarla yapmaktan kaçındığı çok tehlikeli bir sürece giriyor; ancak herşeye rağmen orta vadeli sonuç ne olursa olsun bu karardan dolayı eleştirilmeyi haketmiyor.
Para politikasının ne kadar sıkı veya gevşek olacağı konusu çok uzun bir süredir Merkez Bankası değil yabancı sermaye tarafından belirlenen bir değişkendi. Net yabancı sermaye girişi ihtiyacın üstüne çıktığında para politikası gevşiyor, likidite bollaşır iken kısa vadeli faizlerde ciddi bir yan tesir olmadan düşürülebiliyordu; net giriş ihtiyacın çok gerisinde kaldığı dönemlerde ise likidite sıkışıyor ve döviz kurundaki olası yükselişi kontrol altında tutmak için kısa vadeli faizlerin yükseltilmesi gerekiyordu. Sadece kriz olarak yaşanan şok dönemlerinde farklılaşan bu durum 1988'den beri devam ediyordu ve yabancı sermayeye olan bağımlılığı artırmış, yapısal sorun ve dengesizliklerin oluşmasında belirleyici olmuştu. Türk Lirası aşırı yüksek reel faizi nedeniyle borçlanmak için uygun olmayan bir para birimi haline gelmişti, zira tasarruflar için cazip bir para şeklinde tutulmaya çalışılıyordu. Merkez Bankası'nın aldığı son karar bu gidişe son verme potansiyelini bünyesinde taşıyor.
Net sermaye girişinin ihtiyacın çok gerisinde kalması, ekonomide yaşanan daralma nedeniyle açığı zaten büyüyecek bütçe de piyasayı rahatlatacak hareket alanı bulunmaması Merkez Bankası'nı inisiyatif kullanmaya zorlayan değişkenler olarak dikkat çekiyor. Kamu finansmanında karşılaşılacak sorunları hafifletmek, öncelikle mali sektörü rahatlatmak, menkul ve gayri menkul şeklindeki varlık değerlerinin eriyerek bilançoları yıpratılmasını engellemek ve paranın devir hızındaki çöküşün borç-alacak ilişkilerinde yarattığı tahribatın büyümesini önlemek adına bir şeyler yapılması gerekiyordu. Alınan kararın gerekli olması riskinin düşük olduğu anlamına gelmiyor. Türk Lirası'nın borçlanmak için uygun hale getirilmesi, karşılığında yabancı para olmadan parasal genişlemeye gidilmesi ve kısa vadeli faizlerin seri bir şekilde düşürülmesi tasarrufçular açısından Türk Lirası'nın cazibesini azaltacak. IMF yardımcı role geriler iken Merkez Bankası başrolü üstlenmek durumunda olacak.
Fakat ortada hedeflere ulaşılmasını engelleyebilecek çok ciddi bir yan tesir potansiyeli var: Türk Lirası'nın tasarruflar için cazip hale getirilmesi çabası hatırı sayılır büyüklükte döviz borcu üretti ve kur riskini birincil kırılganlık ve belirsizlik unsuru haline getirdi. Kurumsal düzeydeki net döviz borcu veya başka bir deyişle açık pozisyon 70 milyar dolar düzeyini aştı. Maliyeti daha uygun olduğu için gerek yatırımlar gerekse faaliyet dışı gelir yaratan pozisyonlar ağırlıklı olarak döviz borcu ile fonlandı. Merkez Bankası'nın kullandığı yeni inisiyatif doğal olarak döviz borçlarının Türk Lirası borçlanmaya dönüştürülmesini gündeme getirecek ve döviz talebi artacak. Potansiyel talebin büyüklüğü döviz tasarrufu olanları beklemeye yöneltirken döviz borcu olanların rahatsızlığını artıracak, olası Merkez Bankası müdahaleleri ve IMF etkisini sınırlayacak. Ayrıca likidite sıkışıklığı veya başka bir deyişle nakit sıkıntısı nedeniyle döviz piyasasında birikmiş baskı da açığa çıkacak. Dikkatler döviz piyasası üzerinde yoğunlaşacağı için burada hareket olmadığı sürece bekle-gör eğilimi ön plana çıkacak ve ekonomik daralma etkisi devam edecek. 70 milyar doları aşan potansiyel döviz talebi beklentilerin olumlulaşmasına ve güven bunalımının aşılmasına ipotek koyabilecek... Döviz kuru yükselir ise ekonomik daralmanın terse çevrilmesi de pek mümkün olamayacak; zira küresel daralma dış satım imkanlarını sınırlamaya devam ediyor içeride ise satınalma gücü geriliyor olacak. Banka ekonomistleri tersini söylese bile yan tesir riskini sınırlayarak gelişmeleri; kontrol altına alarak hedefler doğrultusunda ilerlemek pek olası görünmüyor.
Muhtemelen finansal cephede yaşanacak dalgalanmaların ekonomik ilişkiler üzerindeki etkisi sınırlı kalacak ve ekonomik daralma sürecek. Kredi itibarı artmayacak, aldığı borcu geri ödeyebileceklerin toplam içindeki payı küçülmeye devam edecek. Yabancı para bazında varlık değerleri kalıcı olarak yükselmeyecek, hatta gerileyecek. Belirsizlik ve kırılganlık azalmayacak. Özellikle 2001 sonrası olmak üzere son 20 yılın yanlışları ve birikmiş maliyetleri peşimizi bırakmayacak. Yaşanacak olumsuzlukların sorumlusu Merkez Bankası yönetimi değil, günü kurtarmak uğruna döviz borcunun ve cari açığın büyümesine göz yumanlar olacak. Fakat gelişmeler kusuru olsun veya olmasın herkesi yıpratacak...