Faizler konusundaki uzlaşmazlığın arka planı!
Geride bıraktığımız hafta içinde Merkez Bankamızın Para Piyasası Kurulu toplandı, pamuk ipliğine bağlı kırılgan dengeleri bozacak herhangi bir eylemden kaçınmaya özen göstermeye çalıştı! Faiz koridorunun tavanını çeyrek puan düşürmekle yetindi; piyasalarda dalgalanmaları artırabilecek değişikliklerden kaçındı. Faizlerin sert bir şekilde düşürülmesinde teselli arayanlar bir kez daha üzüldü; söz konusu oranların geriletilmesinden rahatsız olanlar ise kısmen rahatladı.
Faizler konusunda içeride yaşanan ve büyümesi önlenemeyen kısır çekişmeler, nisan ayına ilişkin beklentiler açısından özel bir önem taşıyor. Ağırlaşan sorunlar ile olumsuzlaşan küresel ve bölgesel koşullar arasında sıkışanların önemli bir kısmı, faizlerin seri bir şekilde geriletilmesinde ısrarlı olacak ve küreselci bakış açısının etkisi altında olanlarla çatışmaktan kaçınmayacak gibi görünüyor. Durum böyle olunca, dikkatlerin Merkez Bankası yönetimine yaşanabilecek değişikliklere odaklanması kaçınılmaz oluyor. Türkiye Ekonomisinin diğer gelişenlerden ayrışması olasılığı güçleniyor!
İş dünyası para politikasının olabildiğince gevşetilmesini, paranın devir hızının azami ölçüde ivmelendirilmesini, uygun maliyetli krediye erişimin kolaylaştırılmasını talep ediyor. Ancak bu şekilde durgunluktan çıkılabileceğini savunuyor ve bu istemini faizlerin seri bir şekilde düşürülmesi olarak tanımlıyor; ortaya çıkabilecek yan tesirleri hiç hesaba katmadığı için gerçekçi olamıyor. Küreselci bakış açısına sahip olanlar ise, böylesi bir yaklaşımın yıkıcı olabileceğini düşündüğü için pasif bir şekilde karşı çıkıyor.
Bir an için para otoritesinin faiz düşürme baskılarına boyun eğdiğini veya bunu mümkün kılacak şekilde bir yönetim değişikliğinin gerçekleştiğini varsayalım. Merkez Bankasının kredi faizlerinin hatırı sayılır ölçüde düşmesini sağlayacak şekilde para politikasını gevşettiğini düşünelim ve soralım. Bu durum ekonominin yeniden canlanmasını sağlayabilir mi? Aşırı risk taşıyanların tercihi ne yönde olur ve diğerlerini ne yönde etkiler? Türk Lirasının değeri hangi yöne koşar ve döviz rezervlerinin kaderi ne olur?
Bu sorulara verilebilecek yanıtlar konusunda, tarafların uzlaşmasının olanaksız olduğunu görmek gerekiyor. Bu çekişme, mevcut koşullarda durgunluktan çıkış yollarının kapalı olduğunu düşündürüyor. Zira faizlerde yaşanacak seri bir gerilemenin, döviz kuru ve enflasyon konusundaki eğilimleri ve beklentileri daha da olumsuzlaştırmaması pek olası görünmüyor.
İş dünyasının uygun maliyetli krediye erişimi kolaylaştığında, öncelikle risklerini azaltması ve oluşacak duruma göre yatırım kararlarını yeniden şekillendirmesi daha makul görünüyor. Yabancıların da bu olasılık nedeniyle risklerini azaltmak yönünde harekete geçmesi doğal olarak gündeme geliyor. Bu ihtimallerin, para politikasını gevşetmekteki isteksizliği ve yeni kredi vermekteki çekingenliği beslediğini hesaba katmak gerekiyor. Faizlerin sert bir şekilde geriletilmesi durumunda, Türk Lirasının ciddi bir değer kaybı yaşamayacağı veya kullanılabilir döviz rezervlerinin hızla erimeyeceğine kimse inanmıyor.
Siyasi iradenin ben yaptım oldu anlayışı ile Merkez Bankası yönetimini faizleri hızla geriletecek şekilde değiştirmesi sorunu çözmüyor; tam aksine güvensizliği ve riskten kaçınma eğilimini besleyecek gibi görünüyor. Önce enflasyon ve yapısal reform diyen, kur savaşlarından kaçınılmasını tavsiye edenler en çok bu olasılıktan kaçınmaya çalışıyor! Bu şekilde arı kovanına çomak sokulmasından ve gerçeklerin açığa çıkmasından korkuyor!
Para otoritesinin yönetimi ve faizler konusunda uzlaşamayanlar kendi bakış açıları açısından haklı olabilir! Fakat bu durum çözüme yardım etmiyor, geçmişteki tercihlerin yanlışlığını ve içine düşülen çaresizliği tescil ediyor! Mevcut yapıyı ve refah düzeyini koruyarak durgunluktan çıkabilmek, pek olası görünmüyor.