Faize ve enflasyona bir de böyle bakın
Bir ülkenin zengin ülkelerin kişi başına gelir düzeyine yaklaşabilmesi sadece makroekonomik istikrarı sağlayarak mümkün olmuyor. İstikrar olmazsa olmaz koşul ama yeterli değil. Daha önce defalarca değindim. Orta gelir düzeyinde olup da zengin ülkelerin kişi başına gelir düzeyine ulaşan az sayıda ülke var. Bu ülkelerin üç ortak özelliğine dikkat çekiyor araştırmacılar: 1) Milli gelirlerine kıyasla yüksek bir oranda yatırım yapıyorlar. 2) Eğitim düzeyleri yüksek. 3) Toplam ihracat içinde yüksek teknolojili ürünlerin payı yüksek.
Bu üç gösterge açısından Türkiye’nin durumu iyi değil. Biraz sonra değineceklerim açısından yatırım oranımıza odaklanacağım. Tabloda Türkiye’nin yatırım oranının G20 içindeki yükselen piyasa ekonomilerininkiler ile karşılaştırması yer alıyor. Gelişmekte olan ülkelerin ortalama yatırım oranının oldukça altında bizim yatırım oranımız. Artık gelişmiş ülkeler grubuna terfi eden Kore’nin bile yatırım oranı bizimkinden çok yüksek. ‘Bile’ diyorum çünkü zenginleşme yolunda yatırım oranınızın yüksek olması, bayağı bir zenginleşince de düşmesi normal. Tabloda yer alan bazı ülkelerin yatırım oranları bizden düşük ama bu bir avuntu kaynağı olmamalı. Zira onların da görünür gelecekte zengin bir ülke haline dönüşmeleri oldukça zor.
Bu yatırım oranı ile Türkiye’nin zengin ülkelerle arasındaki gelir farklılığını azaltması neredeyse imkânsız. Kaldı ki bir de yatırımların ne kadar verimli alanlara yapıldıkları meselesi var. Öyle ya, ağırlıklı olarak lüks konuta, AVM’ye falan yatırım yapıyorsunuz, bunların verimli alanlar olduklarını herhalde söylemek mümkün değil.
Asıl sorun ise şurada. Aynı tabloyu bir de tasarruf oranları açısından yapınca, bu grupta Türkiye tartışmasız en düşük tasarruf oranına sahip ülke olarak beliriyor. İki rakam vermem yeterli. 2013’te milli gelirimize oranla yüzde 12.7 düzeyinde tasarruf yapmışız. Gelişmekte olan ülkelerin aynı dönemdeki ortalama tasarruf oranları ise yüzde 32.4!
Farklı bir ifadeye, hiç iç açıcı olmayan bir yatırım oranını finanse edecek düzeyde bile tasarruf yapmıyoruz. Peki, aradaki fark nereden geliyor? Aradaki farkı kapatmak için yurtdışından borçlanıyoruz. Onun kontrolü ise bizde değil. Mesela ABD Merkez Bankası’nın faiz kararlarına çok bağlı. Türkiye’nin hem kısa vade açısından hem de uzun dönemli büyüme açısından bakıldığında temel sorunu işte bu.
Tasarruf oranımızı artırmadan zengin ülkelerle aramızdaki farkı milim azaltmamız mümkün değil. Ne var ki tasarruf oranını öyle bir çırpıda yükseltmek de kolay bir iş değil. Bu ayrı bir yazı konusu; zaten daha önce de bu konuda defalarca yazdım. Şimdi sadede geleyim. Tasarruf oranını yükseltmek öyle kolay değil ama düşürmek çok kolay. Bunun kestirmeden en kolay yolu, yurtiçinde tasarrufların getirisini enfl asyonun altında tutmak. Böyle bir faiz politikası izliyorsanız; merak etmeyin tasarruf oranını hızla düşürürsünüz.
Grafikte, Ocak 2010 – Aralık 2013 dönemi için Merkez Bankası’nın politika faizi, gerçekleşen enflasyonun ve hedefl enen enflasyonun hareketleri yer alıyor. Merkez Bankası’na haksızlık yapmamak için, ele aldığım dönemin önemli bir kısmı için daha yüksek olan Merkez Bankası’nın ‘ortalama fonlama’ maliyetini politika faizi olarak aldım. Grafik sanıyorum yeteri kadar açık. Sadece şunu belirteyim: Aynı grafiği mesela Brezilya ya da Endonezya için çizseydim, politika faizi enfl asyonun hep üzerinde seyrediyor olacaktı. Aralarında bayağı da bir fark bulunacaktı.
Kıssadan hisse: Hükümet üyelerinin yerinde olsam, ne olursa olsun şu ‘faizi düşürün’ tavrımı gözden geçirirdim.