Faiz indirimleri devam edecek
Merkez Bankası'nın geçen haftaki faiz indirimi piyasalarda "surpriz" boyutta ancak genelde olumlu algılandı. Bizce de karar ve boyut doğruydu. Dahası, "tedbirli" indirimlerin devam etmesinin gerektiğini düşünüyor ve bekliyoruz.
ABD'de hazine ve FED'in krizi başarılı yönetemediğini bu köşede daha önce yazmıştım. FED ilk ve en önemli hatasını 2004 yılında faizleri yükseltmeye başlamakla yaptı.
Moody's'den Mark Zandi ve Mustafa Akçay, Haziran 2006'da FED faizlerinin (efektif) yüzde 5.25'e kadar çıkmasıyla, 2004-2005 yıllarında verilen ipotek kredilerinin ilk faiz ayarlamalarının ("reset") yapıldığı 2006-2007 yıllarında aylık ipotek ödemelerinin ortalama 850-1.200 dolarlardan 1.200 - 1.500 dolarlara çıktığını hesaplıyorlar. Bunun hanehalkı gelir gider dengesi ve sonrasında hanehalkı bilançosunda yaptığı tahribat büyük oldu ve ticari bankalara ve yatırım bankalara yayıldı.
Şimdilerde FED faizleri sıfır seviyesine indirmekle yine hata yapıyor ve ABD'yi Keynes'in klasik "likidite tuzağına" düşürüyor. Japonya'nın 1990'lardan bugüne kadarki tecrübesinde yaşandığı gibi faizler sıfır seviyelerine yaklaştığında talep üzerinde etkisi de sıfıra yaklaşıyor. Önceki yazılarda bahsettiğim gibi, ABD-2008 ile Japonya-1990'lar birbirine benzer özellik taşıyorlar. Her iki ülkedeki problemde de arka planda patlayan gayrimenkul balonu ve bozuk finansal kesim bilançosu var. Ancak ABD'de durumu daha da kötüleştiren faktörler var: Kamu, hanehalkı ve dış kesim bilançoları da berbat durumda.
Her iki ülkedede Japonya'da olduğu gibi ABD'de de likidite tuzağını üreten mekanizma güven bunalımından kaynaklanıyor. Tüketim toplumu olan ABD'de sıfır civarındaki faizlerin talebi tetiklemesi için tüketici güveninin oluşması gerekiyor. Tasarruf toplumu olan Japonya'da dahi tüketimin tetiklenmesi oldukça uzun zaman aldığına göre ABD'nin işi zor görünüyor.
Türkiye açısından problem o kadar zor değil. Risk alanları şunlar: İç ve dış talepteki yavaşlamayla birlikte büyüme ve istihdam da yaşanabilecek problem; bundan kaynaklanabilecek geri ödeme sorunları sebebiyle problemin bankalara yansıma riski; sermaye kaçışı ve bunun doğurabileceği rezerv ve parite problemleri ve bunların şirket bilançoları üzerine olası menfi etkileri.
Böyle bir durumda Türkiye'de faizlerin nisbeten düşürülmesi aktivitedeki yavaşlamaya karşı etkin bir araç olabilir. Ancak buna paralel olarak güven boyutunun da iyi idare edilmesi gerekiyor. YTL'nin en azından 1,50 seviyelerinde kalması ihracatçılar açısından olumlu. YTL'nin Euro'ya karşı değer kaybetmesi ihracatçı açısından daha da tercih edilir, zira Türk şirketlerinin nisbi rekabet gücü açısından önemli olan ana dış ticaret partnerleri ve ana rakiplerle olan parite farkları. Ancak hem dolar, hem Euro'ya karşı parite değişiklikleri reel kesim bilançolarındaki açık pozisyonlar üzerinden risk unsuru olacağı için burada fazla politika marjı yok.
ABD'de faizlerin ne kadar süre sonra yükselmeye başlayacağıyla ilgili tartışma devam ediyor. Bizim tahminimiz, ABD ekonomisindeki tüm kesimlerin bilançolarının berbat durumda olduğu bugünden sonra faizlerin daha uzun süre yukarı hareket edemeyeceği. ABD açısından krizden çıkmanın yolu gayrimenkul piyasasının tekrar harekete geçirilmesinde yatıyor. Bunun için de tüketici/yatırımcı güveninin yükselmesi ve bu sağlanabildiği zaman noktasında banka kredilerinin ucuz olması gerekiyor. ABD'nin balonu yeniden şişirmesinin en kestirme yolu bu gözüküyor. Ancak bu kestirme yol da oldukça zaman alacak.
Bu durumda, TCMB'nin bir süre için "beklenti" idaresinden "güven" idaresi mantığına geçiş yapması ve faizleri "tedbirle" aşağı çekmesi mantıklı gözüküyor.