Faiz düşüşü kredi hacmini ne kadar artırabilir ?
Salı günü Merkez Bankası beklendiği gibi faiz koridorunun üst bandında %1.5'lik bir indirim gerçekleştirdi. Bu hareket piyasa tarafından neredeyse tamamıyle öngörüldüğü için, kaydadeğer bir tepki de oluşmadı. Son dönemde ekonomideki soğumanın iyice belirginleşmeye başlaması ve Hükümet kanadı da dahil olmak üzere çeşitli çevrelerden homurdanmalar yükselmeye başlaması böyle bir kararı neredeyse zorunlu hale getirmişti. Ancak, bu karar sonrasında piyasaların istenen ölçüde canlanarak, ekonomik büyümeyi ivmelemesi pek de mümkün gözükmüyor doğrusu.
Bilindiği gibi son dönemde Merkez gecelik fonlama faiz oranlarını %6 seviyelerine çekmiş bulunuyor. Buna karşılık kredi faiz oranlarında paralel bir gevşeme yaşanmadı. Faiz marjları 1.5 sene öncesine göre hâlâ oldukça yüksek seviyelerde. Bu duruma bir ölçüde bankaların fiyatlama yaparken MB'nın faiz koridorunun üst bandını dikkate almaları sebep olmakta(ydı). Ancak resmi politika faizinin %5.75 olan haftalık repo oranı olduğu dikkate alındığında bankaların üst bandı çok da fazla dikkate almamaları gerekir(di). Gene de, alınan son kararla bankaların kredi faizlerini istendiği kadar değilse de, bir miktar gevşetmeleri beklenebilir. Ayrıca, alınan kararda haftalık repo faiz oranları %5.75'te sabit bırakılmış olsa da, aylık ihale ile verilen miktarın azaltılmasıyla önümüzdeki dönemde ortalama fonlama faizlerinin %6'nın da altına gerileyeceğinin işaretleri de verilmiş bulunuyor. Böylece de fonlama faizleri bir sene önceki düzeyine gerilemiş olacak.)
Öte yandan, son dönemde MB'nın ihale taleplerini karşılama oranlarını belirgin bir şekilde yükseltmiş olmasına karşın (bu oran Temmuz sonunda %20'lerdeydi, bugün itibarıyle %40'larda), ortalama gecelik fonlama miktarının TL 23 milyar seviyelerinde kalmış olması, problemin arz tarafından daha çok, banka talebi tarafından kaynaklandığını göstermekte. (Şüphesiz bu durumda, zorunlu karşılıkların döviz ve altın olarak yatırılması nedeniyle bankalarda TL kaynakların serbest kalmasından dolayı fonlama ihtiyacının azalmış olmasının etkisi de var.)
Olayın diğer yüzüne, yani bankaların kaynak taleplerinin neden fazla artmadığına bakmakta yarar var. Bankalar kaynakları neden ister? Tabii ki müşterilerine kredi verebilmek için. Peki, bankaların ana kredi kanallarına bakınca böyle bir talep, ya da imkan var mı? Tüketici kredileri bence kaç zamandır tehlikeli sularda gidiyor. (Özellikle, illegal refinansman olayının son dönemde artmış olması bu konuda önemli bir gösterge kabul edilebilir.) Her ne kadar tüketici kredilerinin milli gelire oranı gelişmiş ülkelere göre oldukça düşükse de, kullandırılan kesimin de gelişmiş ülkelere göre çok daha sınırlı olduğunu hatırlamakta fayda var. Bugünlerde istihdamda nette bir artış yaşanma ihtimalinin düşük olması nedeniyle, tüketici kredisi kullan(dırıl)abilecek kesimde bir artış olması da söz konusu değil.
Son gelen milli hasıla verilerinin de teyit ettiği gibi özel sektörün yatırım harcamalarında ise ciddi gerileme var. Büyük ölçüde özel sektörün uzun vadeli planlarına ve dolayısıyla reel güven endeksine bağlı olan yatırım kredileri talebinin bugünkü global ve jeo-politik konjonktürde düşük kalmaya devam edeceğini söylemek yanlış olmaz. Keza ihracat kredileri için de aynı şeyi söyleyebiliriz. İşletme sermayesi kredileri ise ekonomik aktiviteyi canlandıran değil, ekonomik aktivitenin canlanmasıyla şirketlerin artan cirolarının yarattığı sermaye ihtiyacına bağlı olarak artan kredilerdir.
Konut kredilerine gelirsek: Bugünlerde faizlerin %1'in altına düşmesi durumunda bu kredileri kullananların ne kadar daha az faiz ödeyeceklerinin hesapları yapılıyor. Uzun zamandır durgun seyreden bu kredilerde bir ivmelenme olabilir. Ancak gerek uzun vadeli oldukları için fiyatlamalarının gecelik fonlama maliyetlerine çok hassas olmaması, gerekse de 2010 sonunda getirilen %25 anapara mecburiyetinin belirli bir handikap oluşturması nedeniyle, bu kredilerde inşaat sektöründeki durgunluğu bertaraf edecek bir artış olma ihtimali düşük.
Geriye kalıyor kamunun önayak olduğu uzun vadeli (baraj, santral, otoyol, liman vs.) proje kredileri ile özelleştirme bağlantılı krediler. Bu tip kredilerde yurtdışı ayağının da önemli bir unsur olduğunu ve özelleştirme programının oldukça aksamış olduğunu dikkate aldığımızda, buradan da kısa vadede bir hareketlenme beklemek gerçekçi olmaz. (Bu sene Özelleştirme İdaresi'nin toplam gelir hedefi 12.5 milyar TL, Ağustos sonundaki gerçekleşme ise 475 milyon TL oldu.)
Sonuçta görüldüğü gibi piyasa faizleri bir miktar düşse bile, bunun kredilere ve dolayısıyla ekonomik büyümeye yansıması beklenenden çok daha sınırlı kalabilir.