“Faiz düşmeli” çağrıları yoksa ters mi tepiyor!
Hükümet oldum olası faizin düşük seyretmesini istiyor. Özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan, faizin ekonominin en büyük belası olduğu görüşünü dile getiriyor ve enflasyonun nedeni olarak da faizi gösteriyor.
Kredi faizlerinin aşağı çekilmesi için adımlar atılmaya çalışılıyor. Aslında giderek tam bir “sakal-bıyık” durumu oluşuyor.
Merkez Bankası, bankalara bir yandan kredi faizlerini düşürebilecek olanaklar yaratmak üzere ucuz kaynak sağlamak istiyor. Ama bu ucuz kaynağın dövize yönelmesi gibi bir olumsuzluk doğunca Merkez Bankası bu kez tersi yönde adımlar atmak durumunda kalıyor.
İşte o yüzden diyoruz ya “sakal- bıyık” durumu diye. Ucuz kaynak belki kredi faizlerini aşağı çekecek ama dövize de talep yaratacak. Kaynak kısılıp sıkı para politikası daha da sıkılaştırıldığında bu sefer piyasada döviz talebi doğuracak para bırakılmayacak ama o durumda da kredi faizleri üstünde bir baskı ortaya çıkabilecek.
Öyle görünüyor ki kredi faizleri bu politikadan bayağı bayağı etkileniyor da zaten.
2016 başından bu yana olan dönemin ticari kredi faizlerine, tüketici kredisi faizlerine ve mevduat faizlerine bakıyoruz. Özellikle 2016 sonu ile bu yılın ocak ayı sonu ve 3 Şubat verileri ilginç bir hareketlenmenin somut işaretlerini veriyor.
Merkez Bankası’nın tüm bankacılık sistemi verilerinden ağırlıklı ortalama ile bulduğu oranlara göre TL, dolar ve euro cinsi kredilerin faiz oranı ocak ayında aralık sonuna kıyasla bir miktar geriledi. Kredi faiz oranı, izleyen haftada ise belirgin bir artışla 3 Şubat’ta yeniden yükseldi. Elbette bir haftadaki durum bir eğilim göstermekten çok uzak ama yine de bu artış dikkat çekici.
Aynı durum, tüketici kredilerinde de yaşanıyor. Üstelik tüketici kredilerinde ocak sonundaki oran aralık sonuna göre artmış, sonraki bir haftada değişmemiş ve görece yüksek düzeyde kalmış.
Beş ayda 2.4 puan artış
Seride biraz geri gidersek daha farklı bir tablo görüyoruz. Döviz cinsi ticari kredilerde faiz oranı dalgalanma göstermekle birlikte pek değişmemiş; ne var ki TL cinsi krediler 2016’ya yüzde 16 gibi yüksek bir başlangıç yaptıktan sonra dalgalı bir seyirle azalmış ve ağustosta yüzde 12.7’ye kadar inmiş.
Ağustostaki oranın böylesine düşük olmasında 15 Temmuz’un yarattığı durgunluğun etkisiyle kredi talebinin çok azalmış olması da bir etkendir kuşkusuz. Ama sonuçta böylesine bir oran oluşmuş, bu da bir gerçek.
Sonrasındaki tablo can sıkıcı. Tüm çağrılara, aba altından çıkarılıp açık açık gösterilen sopalara rağmen kredi faizleri usul usul artmış ve son olarak 3 Şubat itibariyle yüzde 15.1’e gelmiş.
Hem biliyoruz ki bu çıplak faiz oranıdır. Bu faize bir takım yükler gelmekte ve toplam maliyet daha yüksek oranlara ulaşmaktadır.
TL mevduatın faizi düşüyor
Merkez Bankası verilerine göre geçen yılın başından bu yılın 3 Şubat gününe kadar olan dönemde mevduat faizinde şöyle bir eğilim belirdi:
“TL cinsi mevduatta faiz genel olarak düşüyor, dolar cinsi mevduatın faizinde artış var, euro cinsi mevduatın faizi ise adeta sabitlenmişçesine yatay seyrediyor.”
Vadesiz ve bankalararası mevduat hariç tutularak hesaplanan TL cinsi mevduat faizi geçen yılın ilk dokuz ayında (temmuz hariç) çift hanede seyrettikten sonra ekimle birlikte tek haneye indi. TL mevduatta son faiz oranı 3 Şubat itibariyle yüzde 9.7 olarak belirlendi.
Dolara olan talep, bu paraya verilen faizin de artması sonucunu doğuruyor. Geçen yılın ilk yarısında yüzde 2’yi nadiren aşan dolar mevduatının faizi yıl sonunda yüzde 2.5’e kadar çıktı, son oran da yüzde 2.4.
Bankacılık “basit” bir iştir
Futbolun basit bir oyun olup olmadığıyla ilgili birbiriyle çelişen bazı görüşler var. Ünlü Hollandalı futbolcu Johan Cruyyf “Futbol basit bir oyundur, zor olan ise basit futbol oynamaktır” der.
İngiliz futbolcu Gary Lineker de aynı görüştedir; ama Lineker bir saptamada da bulunur: “Futbol basit bir oyundur. Top bir oraya, bir buraya gider ve sonuçta Almanlar kazanır.”
Almanların efsanevi teknik direktörü Jupp Derwall ise aksi görüştedir. Derwall, futbolun basit bir oyun olmadığı görüşünü savunur.
Peki bankacılık nasıl bir iştir. Bankacılık aslında basit bir iştir; ama ince ayar gerektirir ve bu ayarı tutturamamak felakete yol açabilir.
Banka A şahsının ya da kuruluşunun elindeki fazla parayı bedelini ödeyerek, yani faiz vererek “kiralar”, sonra bu parayı B şahsına ya da kuruluşuna bedeli, yani faizi karşılığında “kiraya verir”.
Bir kere B’den alınan kira, A’ya verilenden fazla olmalıdır ki banka bu işi yapsın. Yoksa cepten para ödemek zorunluluğu doğar; o durumda da işi sürdürmenin anlamı olmaz, iş de sürdürülemez zaten.
Bir banka A’ya vereceği kirayı istediği gibi aşağı da çekemez. Bir başka banka o paraya göz koymuştur zaten.
Hiç kimse evini, (kiracıların evi aynı ölçüde iyi kullanacakları biliniyorsa) daha az para ödeyecek olana kiralar mı...
Dolayısıyla hiç kimse parasını, parayı yatırdığı bankalar aynı güvenceyi verdiğine göre, daha az kira ödeyecek olana yatırır mı... Yani hiçbir banka A’ya vereceği kirayı istediği gibi aşağı çekemez, o durumda para sahibi o bankadan çıkar, diğer bankaya gider.
Bir bankanın ödünç aldığı parayı olduğu gibi ödünç vermesi de mümkün değildir, o paranın bir kısmı Merkez Bankası’na güvence parası olarak yatırılır.
Bankacılığın diğer ayrıntılarını tümüyle unutalım. Temel fonksiyon budur, basit bir para alış verişi; fazla parası olanla paraya ihtiyaç duyanı buluşturan bir organizasyon.
Dünyanın en basit işidir bankacılık; ama tüm ülkeler için en vazgeçilmez iştir aynı zamanda...
Öyle ekonominin diğer göstergelerinden tümüyle bağımsız bir şekilde ne mevduat faizleri değiştirilebilir, ne kredi faizleri...