Faiz değişimlerine yönelik hassasiyet neden azalıyor?
Son bir yıl genelinde küresel düzeyde yaşanan ekonomik gelişmeler, para otoritelerinin etkisizleştiğine ve faiz değişimlerine olan hassasiyetin önemsizleştiğine işaret ediyor. Faizlerin yükseltilmesi durumunda yıkıcı tepkisellikler yaşanıyor, düşürülmesi durumunda ise durgunlaşma eğiliminden kurtulmak mümkün olamıyor! Finansal piyasalar ve siyasi iradeler ise, bu yöndeki gerçekleri görmezden gelme ısrarından vazgeçemiyor!
Herhangi bir sektörde arz fazlası varsa, bir çeşit krizden bahsetmek mümkündür. Sorunun en düşük maliyetle atlatılabilmesi, aşırıya kaçmamak koşulu ile bu iş koluna yönelik talebin harekete geçirilmesini ve arzın daha fazla artmasının engellenmesini gerektirir; aksi takdirde dengesizliğin büyümesi ve tahribatın telafi edilemeyecek düzeylere ulaşması kaçınılmaz olabilir.
Küresel ölçekte tüm işkollarında ciddi bir arz fazlası var ise ve tüm çabalara rağmen talebin durgunlaşması önlenemiyorsa, kriz kaçınılmazdır! Bu dengesizlik fiyatları gerileterek faaliyet gelirlerini azaltır ve borçları ödenemeyecek hale getirebilir; faaliyet dışı gelir yaratmak üzere alınan pozisyonları da büyük kayıplar yaşamaya mahkum eder! Gelir ve servet dağılımı bozulur, etkinliğini kaybeden piyasalar sorun üretim merkezi haline gelebilir! Ne pahasına olur ise olsun kaçınılması gereken bir durumdur!
Yazımızı başında belirttiğimiz, para otoritelerinin etkisizleşmesi ve faiz değişimlerine olan hassasiyetlerin azalması bir sonuçtur; en önemli sebebi ise tüm işkollarında oluşan ciddi boyutlardaki arz fazlasıdır.
2002 sonrasında başta ABD olmak üzere gelişmiş ekonomilerin para politikası bir daha sıkılaştırılmamak üzere gevşetilmeye başlamıştı; bu durum sermaye akımları yolu ile gelişen ekonomileri de aynı yönde etkilemişti. Oluşan düşük maliyetli para bolluğu, tüm kesimleri baştan çıkardı; hesapsızca borçlanmaya ve risk almaya teşvik etti. Tüm kesimlerin birbirlerine ve daha gevşek para politikalarına bağımlılığı arttı; normale dönme yolları sistemli bir şekilde kapatıldı. Son 14 yıl genelinde yaşanan sarsıntılardan ders çıkarılmadı, günü kurtarmak pahasına sorunların ağırlaşmasına ve dengesizliklerin büyümesine yol verildi.
Rekabet koşulları istikrarsız bir şekilde bozuldu; maliyet artışları ile talep yetersizliği dönüşümlü olarak etkili oldu. Nimet külfet dengesi bozuldukça daha fazla risk alındı. Böyle devam edilemeyeceği anlaşıldı, fakat geri dönüş yolu bulunamadı! Tüm kesimler acil ihtiyaçlarına odaklanmak ve geleceğe ilişkin endişeleri görmezden gelmek zorunda bırakıldı.
Bir de tersten bakalım ve soralım; hangi koşullarda çoğunluğun faiz değişimlerine hassasiyeti azalır ve para politikaları etkisizleşir? Gelir dağılımı aşırıya kaçan oranda bozulduğunda, orta gelir grubundakiler hesapsızca risk alarak çaresizlik bataklığına saplandığında veya işkollarının çoğunda düzeltilemeyecek boyutta arz fazlası oluştuğunda bu sonuç ortaya çıkabilir. Bu saydığımız tüm sebeplerin eşanlı olarak devrede olduğunu görmemiz gerekiyor!
Negatif faizlere veya enflasyonun altında kalan oranlara rağmen, yatırım ve tüketim eğilimlerinin güçlendirilemiyor olması önemli bir sonuçtur. Faiz oranlarının daha da aşağı çekilmesinin, umulan sonuçları vermeyeceği ve orta vadede sorunları daha da ağırlaştırmaktan başka bir işe yaramayacağı anlamındadır.
Beklentilerin olumsuzlaşmasının önlenemediği ve faiz değişimlerine yönelik hassasiyetin önemsizleştiği koşullar, istenmedik türden ciddi değişimleri zorunlu kılmaya başlamıştır. Kamu harcamalarının tepkisel şekilde ve çeşitlenerek artması, para otoritesinin de doğrudan veya dolaylı olarak bunları finanse etmek durumunda kalması olasılığı çok güçlenmiştir! Ortaya çıkabilecek faydadan çok daha büyük ve yıkıcı yan tesirlerin belirleyici olması olasılıkları daha önce görülmemiş seviyelere yükselmiştir.
Para otoritesinin faiz düşürmesi ve bankaların daha fazla kredi vermeye zorlanmasının, orta vadeli gidişatı olumlu yönde değiştirme şansı yok denecek kadar azdır!