Fahiş fiyat
İktidarın yılbaşı itibarıyla ortaya çıkan gelirler politikası belli ki kimseyi memnun etmemiş. En yetkili ağızdan bu memnuniyetsizliklerin siyasi yansımalarını kontrol edebilmek için bazı açıklamalarda bulunuldu, bazı öznel gerekçeler oluşturuldu. Bu gerekçelere dayanarak bir süredir yaşadığımız enflasyon sorununa yine öznel çözümler öne sürüldü.
Sorunun kaynağı, esnaf ve üreticilerin “fahiş” fiyat belirleme davranışında arandı.
Bu açıklamalardan en çarpıcı olan tarafı ise “fahiş fiyatlı” ürünlerin protesto edilmesi ile ilgili olanı oldu. Sanırım bu şekilde esnaf ve üreticilerin indirime zorlanabileceği düşünülüyor. Böyle bir indirim gelse bile yetersiz işletme sorunu ile karşı karşıya kalan ülkemizin üretici kesimlerinin bu enflasyonist ortamda daha ne kadar ayakta kalabileceğine kafa yorulmamışa benziyor.
Dahası ekonomide sözüm ona fahiş fiyatlar neticesinde oluşan enflasyonun olumsuz etkilerine maruz kalan yegâne kesimin tüketiciler olduğu, üreticilerin maliyetlerine hiç bir etki oluşturmadığı düşünülüyor olsa gerek.
Aslında bu açıklamalarla, iktidarın yaptığı politika yanlışlarının enflasyonun asıl sebebi olduğu gerçeği gizlenmeye çalışılıyor. Dahası yüksek fiyat ve enflasyondan da üretici kesimleri sorumlu tutuluyor. Diğer bir deyişle, sorumluluk iktidar dışı uygulamalara yüklenip, dışsallaştırılmaya çalışılıyor.
Bunu ilk kez de yapmıyor.
Daha önce, 2018 seçimleri öncesi ve sonrasında da denenmiş olan bir yöntem ve söylem dili bu. O günlerde de esnaflar hedefe konuluyor, esnafların ve iş insanlarının aşırı “kâr hırsının” peşinde koşması yüksek enflasyona yol açtığı iddia ediliyordu.
Bu söylemler yetmeyince, Ticaret Bakanlığı ve belediyeler eliyle marketlerde ve üretici şirketlerde fiyat denetimleri yapılarak, ya da eğreti “tanzim satış” mağazaları açarak, kamu bütçesinden sübvanse edilmiş fiyatlarla vatandaşa meyve ve sebze satışı yapılarak, bir nevi enflasyonla mücadele ediliyordu. Hatta soğan ve patates saklanılan depolar kamuoyunda ses getirecek şekilde basılarak, bu işlerle uğraşan esnaf kamuoyu nezdinde düşmanlaştırılıyordu.
Artık o gün yapılan bu uygulamalarının birçoğunu görmüyoruz.
Tanzim satışları gitti ama maalesef söylemi kaldı.
Şimdilik…
Şimdilerde iktidarın “fahiş fiyat” söylemine sarıldığı anlaşılıyor.
Bu yüzden, siyasetçilerimizin bazen çaresizlikten ötürü kullandıkları düşündüğüm “fahiş fiyat” kavramını ekonomi bilimi açısında bir iktisatçı olarak ele almak istedim.
İktisat biliminde işe kavramla başlanır
Aslında benden iktisat dersi alan tüm öğrencilerim bu sorunun cevabını bilirler. Diğer iktisatçı hocalar gibi, ben de “giriş” düzeyindeki derslerimde daha karmaşık konulara girmeden önce bu ve benzeri kavramlara netlik getirmeye çalışırım.
Zira biz iktisatçıların kaderidir. İktisat herkesin hayatına etki eden bir konu olduğu için ve herkes her gün birçok iktisadi kararlarla muhatap olduğu için insanlar kendi iktisadi algılama şekillerini bir bilim insanın sahip olabileceği güven duygusuyla kolayca kamuoyu önünde tartışabilmektedir. Bir de bunu yapanlar kamuoyu rızası alarak seçilmiş siyasetçiler olunca tartışılan konu çok daha karmaşık hal alıyor.
Maalesef bu bizim bilim dalımızın kaderidir.
Oysa bilimin bir sistematik gerektirdiği, olayların ve konuların kavramsallaştırmasının zaruri olduğu gerçeği ihmal edilir. Birisi “fiyat” dediğin de, dahası “fahiş fiyat” denildiğinde, bu işlerin profesyoneli olan tüm bilim insanlarının aynı şeyi anlamaları gerekir. Bu olmaz ise, daha kavramsal düzeyde ortaya çıkan anlaşmaları aşamayan bilim insanları, daha karmaşık sorunları tartışabilecek ortak bir iletişim dili oluşturamazlar. O yüzden tüm bilim dallarında olduğu gibi, iktisat biliminde de işe kavramlarla başlanır.
İktisat okumuş, ardından “ben iktisatçıyım!” diyebilen öğrencilerimiz ise bu kavramlara hâkim ve iktisatçılar arasındaki ortak iletişim dilini edinmiş birileri olarak görülürler.
Şimdi gelelim “fahiş fiyatın” açıklanmasına.
Öncelikle iktisatta böyle bir tanım yok. Zira kavram olarak “fahiş olmak” içinde “görelik” anlamı taşıyan bir kavramdır.
Yani, “neye göre fahiş?”
Sosyalizm dışında ekonomilerde her malın fiyatı herkes açısından aynı şekilde algılanmaz.
Bu kavramın tanımına “talep açısında” bakıldığında, buradaki göreliliği belirleyen unsurun satınalma gücü, yani gelir olduğu son derecede açıktır. Hanehalkları bir malın fiyatının yüksek veya düşün olmasına gelirleriyle kıyaslayarak karar verirler. Dolayısıyla bir malın fiyatının fahiş olması tek başına ele alınacak bir kavram değildir.
Aksine gelirler birlikte değerlendirilmesi gereken bir kavramdır. Dolayısıyla bir şeyin fahiş olması tek başına fiyata bakılarak karar verilebilecek bir şey değildir.
Yüksek gelir grubu için önemsiz gelişme!
Bugün İstanbul’un bazı semtlerinde 15 TL olan ekmeğin fiyatının 30 TL’ye çıkması yüksek gelir grubunda yer alan birisi için önemsenmeyecek bir gelişmedir. Zira bu miktardaki bir artışın onların toplam harcamaları içindeki oranı önemsiz görülebilir.
Ama aynı artışın düşük gelirli hanelerin toplam harcamaları içindeki payı çok daha yüksek olduğu için bu hanelerin ekonomik koşullarını çok daha kötü yapma ihtimali vardır. Onların düşük olan gelirleri düşünüldüğünde bu artışı “fahiş” olarak nitelemek mümkündür.
Sayın Cumhurbaşkanının iddia ettiği fahiş fiyat vurgusu aslında vatandaşın gelirlerinin düzeyi bakımından bir anlam ifade etmektedir. Gerçekten bugün ekonomide yaygın bir fahiş fiyat uygulamasının olduğu iddia ediliyorsa, bu aynı zamanda Türkiye ekonomisindeki gelirlerin düşük olduğu yönünde yapılan bir imayı içermektedir. Yani enflasyonist ortamda böyle bir iddia gelirlerin fiyat artışlarını yakalayamadığı anlamına gelir.
Eğer bu söylem, Sayın Cumhurbaşkanının, fahiş fiyat tanımı üzerinden ülkedeki gelirlerin düşüklüğüne, dolaylı bir dikkat çekme ise son derecede değerlidir ve kamuoyu tarafından desteklenmelidir.