Faciada medyanın hiç mi sorumluluğu yok?
Bu köşenin son başlığı
“Şumen’de yatırım düşünür müsünüz?” idi…
İlk gözlemlerimi paylaşmış, devamını getireceğimi yazmıştım…
Ama yapamadım..
Özür dileyerek, bu hafta da erteleyeceğim…
Soma’da, bilebildiğimiz kadarıyla 301 insanımızın yaşamını yitirdiği, ocakların söndüğü, sözün bittiği bir ortamda o gücü kendimde bulamıyorum…
Düşünmeden edemiyorum:
İster adımıza basın deyin, ister medya… Maden kazalarında dünya şampiyonu olduğumuzda…
Yılda binden fazla insanımızı iş kazalarında kaybederken...
Ekonomi muhabirleri, adliye muhabirleri, gazete yöneticileri, televizyon yönetmenleri…
Ne yaptık?Yetkili ağızlara mikrofonu tuttuk, arkasını soruşturmadık…
Bize verilen bültenlerle yetindik…
Bırakın işin derinine inmeyi, bize beyan edilenleri şöyle bir sorgulama zahmetine bile girmedik…
Devlet, hükümet, işveren, sendikalar…
Tamam da…
Soma’da medyanın sorumluluğu ne? Acaba biz işimizi doğru dürüst yapsaydık…
Madenciler, kömürün sıcak çıktığını bile bile üretime zorlanır mıydı? Taşeron sistemi, ‘dayıbaşı’ düzeni önceden sorgulansaydı…
Acaba bu acılar yaşanmayabilir miydi? Denetimler daha bir sıkı mı yapılırdı?
“Gözlerimizi, kulaklarımızı kapatarak ne mesleğimize sahip çıkmamız mümkün, ne de gazeteci olarak sosyal sorumluluğumuzu yerine getirmemiz. Medya olarak adamakıllı bir özeleştiriye ihtiyacımız var” diyeceğim ama…
Ortada daha da vahim bir durum var… Soma’da ‘geliyorum’ diyen felakete ilişkin uyarı sorumluluğunu yerine getirmemiş olmamız yetmiyormuş gibi, medya olarak facia sonrasında da son derece kötü bir sınav veriyoruz…
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti de aynı soruna dikkat çekti:
“Böylesi bir acılı ortamda bile gazeteciliğin etik ilkelerini ayak altına alan kimi gazete gruplarının medyada var olan kutuplaşmayı daha da derinleştirecek yollara başvurmaları ibretliktir!”
Gerçekten de öyle… Gazeteciliğin ilk yükümlülüğünün gerçek haber olduğunu unutmuşuz…
Sadakatle bağlı olacağımız ilk mercinin halk olduğunu tamamen hafızalarımızdan silmişiz…
Medyanın kendisi haberleri sansürlemeye, taraflı üslubuyla yanlı bir algı yaratmaya gayret ediyor…
Bu arada, kimi meslektaşlarımın, “işimizi yapmaya çalıştığımızda sanki nasıl muamele gördüğümüzü bilmez gibi konuşuyorsun” dediğini de duyar gibiyim…
Doğrusu haklılar da…
Daha cuma günü Türkiye Foto Muhabirleri Derneği Başkanı Rıza Özel ensesinden plastik mermiyle yaralandı… Cumartesi günü Gazete Habertürk Başbakanlık muhabiri Umut Tütüncü yumruklanıp, gözaltına alınmaya çalışıldı…
Daha başka gazeteciler, televizyon muhabirleri de… Darp ediliyor, yaralanıyor, dövülüyor…
Medya olarak ne yapıyoruz?
Birbirimizi suçlamakla meşgulüz…
Dahası, küçük dilinizi yutarsınız…
Olup bitenden BBC muhabirini bile sorumlu tutabiliyoruz…
Kendine, yaptığı işe saygısı olmayan, kime saygı duyabilir ki?
Soma’daki madencilere mi?
Hani nasıl derler; artık “tuz kokmuş”…
O aşamadayız…
Son dönemde asırlık örnekler vermek moda oldu ya… İzin verirseniz ben de bu tatsız yazıyı, 1902 yılında doğan ünlü Amerikalı yazar ve gazeteci John Steinbeck’in sözleriyle bitireyim:
“Gazetecilik hakkında ne söyleyebilirim?” diye soruyor Steinbeck ve ardından şöyle yanıtlıyor:
“Gazetecilik en büyük erdem ve en büyük kötülüktür… Diktatörlerin ilk kontrol ettiği şey gazeteciliktir…
O, edebiyatın anası ve kötülüklerin suçlusudur…
Gazetecilik çok zaman sahip olduğumuz tek tarihtir… Ama en kötü insanların elinde bir araç da olur… Çok sayıda kişinin ortak ürünü olduğu için gazetecilik zaman içinde belki de sahip olduğumuz en masum şey haline gelir…
Dürüstlük, amaçlanmamış olsa bile bir şekilde gazeteciliğin içine sızar!”