Eylül toparlandı gitti, ekim falan da gider mi?
“Eylül toparlandı gitti işte...
Ekim falan da gider bu gidişle…”
…diyor şair Turgut Uyar ünlü şiiri “Acıyor”un dizelerinde…
Eylül toparlanıp gidiyor, ama beraberinde birçok güçlüğü de bırakarak gidiyor bizler için. Ekonomideki soğumanın ve dahi daralmanın sinyallerini iliklerimize kadar hissetmeye başladığımız, normal zamanlarda atmayı düşünmeyeceğimiz birçok adımı attığımız bir ay oldu Eylül.
Merkez Bankası 625 baz puan faiz artırdı, Orta Vadeli Program’ın yenisi açıklandı, bankalar yapılandırma kriterlerini belirledi, mali bünye değerlendirme çalışmaları başlatıldı.
Şirketler için zor, çalışanlar için zor, piyasada iş yapanlar için zor, bankalar için zor, Ankara için zor, siyasetçi için zor oldu Eylül.
Bu attığımız adımların katkısı oldu elbet. Her ne kadar yeterli bulanı, bulmayanı olsa da.
Kurda hala yüksek yerlerde olmamıza rağmen belli bir istikrar sağladık.
Türk tahvili alanların ödediği sigorta primlerinde (CDS) anlamlı bir düşüş yaşadık.
Biraz yurtdışındaki hava da gelişen ülkeler lehine dönünce ufak ufak taktik alımlarıyla Türkiye’ye sermaye girişleri görmeye başladık.
Atılan adımlar neden kuru aşağı çekemedi?
Peki, sert sayılabilecek ve aslında piyasanın beklentilerini karşılayacak adımlar atmamıza rağmen neden kurda daha fazlasını göremedik?
Birkaç nedeni bir arada sayabiliriz.
Piyasa; atılan adımların siyaseten tam olarak sahiplenildiğinden emin olmak istiyor. Bu konuda duyduklarıyla bekledikleri tam olarak örtüşmüyor olabilir, bu bir.
Türkiye’ye yönelik yurtdışındaki aşırı kötümser algının hala tam olarak dağıldığını söylemek kolay değil, bu iki.
Bu kadar ağır bir kur şoku yaşayan hanehalkı ve şirketlerin bir anda güneş açtığına inanması da kolay olmuyor, bu üç.
Ancak dördüncü neden matematiğe ve takvime dayanıyor ki, üzerine az konuşulduğunu düşünüyorum.
Bu da döviz cinsinden borçlarının ödenmesine dair takvim.
Aylık dağılım olarak bakıldığında, Ağustos ayında toplam dış borç ödemeleri 7.5 milyar dolardı. Eylül ayında ise 8.8 milyar dolar ödememiz vardı.
Eylül programının 5.7 milyar doları bankaların, 1.5 milyar doları şirketlerin 1.1 milyar doları ise kamu bankalarının borç ödemesiydi. Ayrıca banka dışı finans kuruluşlarının da 500 milyon dolar dış borç ödemesi söz konusuydu.
Bu nedenle kurun gerilediği her yer, ödeme zorunluluğu bulunan kurumlar tarafından alım için tercih edildi.
Yani “Eylül toparlanıp giderken” kurun inatla toparlanıp gitmemesinin nedenlerinden biri bu yükümlülüktü.
Ekim, bu senenin en yüksek dış borç ödemesini yapacağımız ay
Peki “Ekim falan da gider mi bu gidişle?”
Ekim, bu senenin en yüksek dış borç ödemesini yapacağımız ay.
Toplamda 10.7 milyar dolarlık kredi geri ödemesi yapacağız.
6.8 milyar doları özel bankaların üzerinde.
600 milyon dolar banka dışı finans kurumları, 2 milyar dolar şirketler, 1.3 milyar dolar da kamu bankalarının kredi ödemesi var.
Kasım’da 4.3 milyar dolar, Aralık ayında ise 7.8 milyar dolar ödememiz söz konusu.
Yani, yılsonuna kadar üç ayda 22.8 milyar dolarlık kredi ödemesi yapacağız. Bu rakama finanse etmemiz gereken 3 aylık cari açığı da eklememiz gerekecek.
Demek ki, ne kadar doğru hamleler yaparsak yapalım, belirli bir döviz ihtiyacı ile karşı karşıya kalıyoruz.
O nedenle düştüğü her yerden döviz alıcı buluyor.
Peki, bu yükümlülüklerin yüksek olması, karşılanamayacağı anlamına gelir mi?
Burada güvendiğimiz koşullardan biri, ekonomideki soğuma ve daralmanın döviz ihtiyacını azaltması. Türkçesi, daralan ekonomide daha az ithal tüketim, sanayide daha az ithal girdi talebi.
İkincisi, normal koşullarda ödeme takvimi zaten hemen hemen bu yük çerçevesinde yılladır devam ediyor, sürdürülüyordu.
Bugün problematik hale gelmesinin sebebi, yurtdışı sermaye girişlerindeki potansiyel daralmadan kaynaklanıyor.
Türk kurumları yine de yurtdışında borçlanma sorunu yaşamıyor
Bu daralma, Türkiye’ye sermaye girişinin topyekün durması anlamına gelmiyor. Türk kurumları genellikle daha yüksek maliyetle de olsa yurtdışından borçlanma sorunu yaşamıyor. Bankalar için bu risk daha da düşük.
Akbank sendikasyona çıktığında gördüğü ilgi ve sağladığı yüksek çevirme oranı, Eximbank’ın 7 yurtdışı yatırımcı ile görüşmek üzere gittiği Londra’da gördüğü yüksek ilgi üzerine iki günde 18 yatırımcı ile görüşmesi güzel sinyaller. Özellikle bankalar borçlarının (yüksek maliyetle de olsa) tamamına yakınını çevireceklerdir.
Elbette hem gelişen ülke riskinin artması, hem liborun yükselmesi hem de artan Türkiye riski, tüm kurumlara önceki borçlanmalarının oldukça üzerinde yük getiriyor. Ancak finansman ihtiyacı pahalı da olsa karşılanabiliyor.
Dolayısıyla yapmamız gereken, normalleşmeyi sağlamak. Eskiden hata yapma lüksümüz yok derdik, ama artık hata yapmamak bizi kurtarmıyor. “Her şeyi çok iyi” yapmamız gerekiyor.
Zira, az önce sadece üç ayı saydım. Ancak bu kredi ödemelerinin gelecek yılki takvimine baktığımızda da durum farklı değil.
Birinci çeyrekte biraz azalıyor, ikinci çeyrekte yine artıyor. Ekim-Temmuz arası kredi ödemesi tutarımız 70 milyar dolar. Bu rakamın 39’u banka, 17.3 milyar doları reel sektör ödemesi.
Bu rakamlar ve üzerine eklememiz gereken cari açık bizi, ekonomideki soğumanın boyutuna bağlı olarak ciddi bir finansman açığı ile karşı karşıya bırakıyor.
İşin döviz gideri bacağına bakarsak, ekonomideki soğuma daralmaya dönüşürse, ithal tüketim, yatırım ve ara malı talebi daralacağı, ihracatın da kur şoku sonrası artacağı varsayımıyla döviz açığı daha aşağı gelebilir.
Döviz geliri tarafında ise sermaye girişi yoluyla sağlayabileceğimiz kaynak, bu açığın düzeyindeki belirleyici olacak.
Düşük büyüme senaryosuyla, ortalama doğrudan yabancı yatırım düzeyiyle ve yüksek borç çevirme oranlarıyla gittiğimizde, hala ciddi bir dış kaynak ihtiyacımız olacağı görülüyor. Bunu sağlayabilmenin iki yolu var. Bir, portföy yatırımcılarını ikna edip yüksek sıcak para fonlaması ile sorunu aşacağız. İki, çeşitli ülkelerle ya da kurumlarla yapılacak finansman anlaşmalarıyla bunu gerçekleştireceğiz. Değilse bunu finanse etmek için kendi döviz varlıklarımızdan tüketmemiz gerekecek.
Hangisi olduğuna, ikna kabiliyetimiz ve ekonomideki soğuma düzeyimiz karar verecek.
Tüm bu negatiflere rağmen TL değerlenebilir mi?
Elbette değer kazanabilir. Ancak bunu sağlamanın yolu, hep doğruları yapıp yüksek sermaye girişi sağlayabilmekten geçiyor. Aksi taktirde dönem dönem iyileşmeyi sağlasak da kalıcılığını sağlayamama riskimiz var.