Eylem ve söylem çelişkileri...
ARKA PLAN / Mehmet Uğur Civelek İster son bir hafta içinde yaşanan gelişme ve eğilimlere, isterse bu yılın ilk altı aynıda yaşananlara bakalım sonuç değişmiyor; beklentiler hızla olumsuzlaşıyor, belirsizlik ve kırılganlık artıyor. İstatistikler, gelişmiş ekonomiler açısından 1930'lardaki Büyük Buhran sonrasındaki en kötü ilk yarı yılın geride bırakıldığını teyit ediyor. Ekonomiler durgunlaşıyor, enflasyon tırmanırken işsizlik artıyor, borç-alacak ilişkileri kırılırken bilançolar yıpranıyor, uygulanan ekonomi politikaları olumsuzlukları gidermek konusunda yetersiz kalıyor. Bu tespiti duyanlar bizi karamsarlıkla suçluyor fakat tersini de iddia edemiyor, pembe gözlükle dünyaya bakmanın sorunların ağırlaşmasına yaptığı katkıyı görmek istemiyor. Fakat 2008 yılının ikinci yarısında daha önce dile getirilen toparlanmanın olmayacağı ve sorunların ağırlaşmaya devam edeceği kabul ediliyor... Geçtiğimiz hafta içinde ABD Merkez Bankası'nın açık piyasa işlem komitesi toplantısı sonrasında kısa vadeli faizleri değiştirmemesi, olumsuz eğilimlerin güçlenmesi ve beklentilerin bozulmasında etkili oldu. İşin tuhafı, pek dile getirilmese bile faizler yükseltilmiş olsa bazı farklılıklara rağmen genel olumsuzluğun daha az olmayacağı kanaati de oldukça yaygın! Durum böyle olunca söylem ve eylem arasındaki çelişki dikkat çekiyor, her kafadan ayrı bir ses çıkıyor ve kimse kimseyi dinlemiyor. Hem doların daha fazla değer kaybetmesi istenmiyor, hem de büyüme konusundaki olumsuzlukların azaldığı tespitine rağmen kısa vadeli faizler enflasyonu kontrol altına alma amacı ile yükseltilemiyor. Sonuçta dolar değer kaybediyor, yükselen petrol ve diğer emtia fiyatları enflasyon beklentilerini iyice bozuyor ve güçlenen riskten kaçınma eğilimi sermaye piyasalarını inletirken bilançoları tahrip ediyor. 2008 yılının ilk yarısındaki eğilimlere baktığımızda ise ciddi teşhis hatalarının olduğunu görebiliyoruz. Amerikan Doları'nın değeri, büyüyen negatif reel faize rağmen pek değişmedi, diğer paralara karşı bir bant içinde dalgalandı. Fakat petrol fiyatı bu dönemde yüzde 40'a yakın oranda yükseldi. Düz mantığa göre böyle olmaması gerekiyordu! Gelişmiş ekonomilerin mali sektörlerinde yaşanan sorunlar ve bunlara üretilen çözümlere ilişkin beklentiler durumu farklılaştırıyor? Dolar pek değer kaybetmiyormuş gibi görünüyor çünkü belli başlı önemli paralar da benzer oranda değer kaybettiği için durum gizli kalıyor; petrol başta olmak üzere emtia fiyatlarındaki eğilim gerçeği açığa çıkarıyor ve beklenti yönetimi ile piyasaların manipule edilmesini imkansızlaştırıyor. Spekülatif köpük Ortadoğu'ya ilişkin risk primi gibi kamuflaj amaçlı açıklamalar ise artık inandırıcı olamıyor. Göl maya tutmayınca da ortalık karışıyor. Dönüp dolaşıp gelişmiş ekonomilerde mali sektörde yaşanan sıkıntıların nasıl çözüleceği konusunda yoğunlaşmak zorunda kalıyor. Ya kurtarılacaklar ya da yanlış risk alanlara tasfiye yolu açılacak. Bunları söylemesi kolay da uygulaması zor, zira gelişmekte olan ekonomilere verilen akılları, benzer duruma düştüğünde gelişmiş ekonomilerin uygulayabilmesi pek olası değil. Benimsenecek tercihe göre iki uç ihtimal sonuç olarak karşımıza çıkıyor; ya deflasyonist bir kaos ya da enflasyonist bir durgunluk... Gelişmiş ekonomiler açısından deflasyonist kaos katlanılabilir bir durum olarak görülmediği için sorunlu bankalar tasfiye edilemiyor; kurtarılma zorunluluğu ise enflasyonist durgunluk kapısını açıyor. Başta mali sistem olmak üzere herkes kayıplarını sınırlamak adına buna göre pozisyon alıyor. Federal Reserve'nin son bir yıl içinde aldığı tüm karar ve söylemler bu bakış açısı ve tercihi teyit ediyor. Başka bir deyişle petrol fiyatının kalıcı bir şekilde gerilemesini beklememek gerekiyor. Gelişmiş ekonomilerdeki bu zorunlu tercih gelişmekte olanları da farklılaştırıyor. Bir kısmı güçlenirken diğerleri tükeniyor, çaresizleşiyor ve kendi çıkarlarını koruyamıyor. Ülkemiz ise olumsuz etkilenen gelişmekte olan ekonomilerin başını çekiyor: Üçüz açık büyüyor. Zorunlu ihtiyaç maddesi fiyatlarındaki baş döndürücü fiyat artışı hem tasarruf açığını ve bütçe açığını hem de cari açığı büyütüyor; ekonomik beklentiler hızla olumsuzlaşıyor. Böyle olmasa idi faizler yükselir miydi? Sanayii felç edersiniz elektriğe zam yapmayın uyarısına rağmen, son altı ayda yapılan zamlar yüzde 40'a ulaşırmıydı?.. Veya başka bir deyişle iyice kıtlaşan kaynaklar günü kurtarmak adına hesapsızca israf edilir, sorunların iyice ağırlaşmasına davetiye çıkarılır mıydı? Ekonomi cephesinde işler daha kötüye giderken sosyal ve siyasi konularda işlerin tersine gitmesi beklenemez. Ekonomideki kötüye gidişi ağırlaştırdığı yapısal sorunları hesaba katmadan, faizlerdeki yükselişi enflasyondaki yükselişin sebebi olarak görmek ne anlama geliyor? Kendilerini başarılı olarak göstermeye çalışanlardan, ortalık karıştığında başka tür bir değerlendirme beklenebilir mi? Bu durumda sormak gerekiyor, faizleri düşürmek için yabancı sermayenin bir dediğini iki etmemek ve ülkedeki büyük çağunluğa zulüm ederek yaşama hakkını elinden alacak mısınız? Yoksa bugüne kadar uyguladığınız tüm politikaları mı değiştireceksiniz? Ne diyelim yanlış yapa yapa belki doğruyu bulabilirler, fakat Türkiye ortaya çıkacak maliyeti kaldırabilirmi? Küresel düzeyde enflasyon yükselir iken Türkiye'deki faizler, kimseyi aldatmadan ve sorunları daha fazla ağırlaştırmadan nasıl düşürülebilir...