Evrimin "işbirliği aşaması" ve 2023 hedefi

Rüştü BOZKURT
Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ [email protected]

Yeni bir dünya kurulurken, coğrafi derinliğin yarattığı fırsat ve tehlikeleri analiz etmeden, tarihi derinliğin çatışma ve uzlaşma alanlarını belirlemeden, kültür derinliğinin geliştirici ve tutucu özellikleri üzerine kafa yormadan, doğru bir konumlama stratejisi geliştirilebilir mi? Sorunun yanıtı " geliştirilemez" olmalı.
 

O zaman, yeni dünyayı oluşturan "eğilimler" üzerinde kafa yormak, eğilimlerin etkileri baskın hale gelmeden gerekli önlemleri almak gerekir. Bütün eğilimleri bu deneme kapsamında tartışamayız ama birkaç temel eğilime dikkat çekerek, eğilimlerin fırsat ve tehlikelerini "anlama" konusunda gerekli çabayı gösterip göstermediğimizi irdeleyebiliriz.
 

Geleceğin "yeni dünyasında" doğru "konumlanma" yapmak istiyorsak; en azından aşağıda sıralanan eğilimleri yakından gözlemeli, olası fırsat ve tehlikeleri ile kendi olanak ve kısıtlarımızı dengelemeliyiz:
" Küçüklerin "işbirliğiyle" oluşan ölçeğin "erişebilirliği" üzerine kurulacak: İşbirliği evrim sürecinin son aşamasıdır. Evrim süreci, üreme, mutasyon, ayıklama, yalıtım ve işbirliği bileşenlerinden oluşur. İşbirliği, canlıların çok temel özelliğidir; Lynn Margulis'in vurguladığı gibi, "Hücre, eşgüdümlü evrim göstermiş bir bakteri komünüdür. İster birbirine gevşekçe bağlanmış bir bakteri komünü, ister hücre gibi sıkıya veya hayvanlar ya da bitkiler gibi sımsıkı bağlanmış bakteri komünü… Yaşamın bu komünal yapısını anlamadan biyolojideki hiçbir şeyi anlamamız mümkün değil…" Bu saptama bizi Margulis'den Nıvart Taşçı'nın aktaradığı şu genellemeye ötürür: " Ortak yaşamın evrim içindeki önemini gösteren bulgular bizi, evrime hayvanların kanlı mücadelesi olarak bakan çekirdek-merkezci görüşü gözden geçirmeye itti. Doğa, 'gözünü kan bürümüş' olsa da bireysel acılara kimi zaman kayıtsız kalsa da, birbirinden çok farklı yaşam biçimlerinin tedirgin dayanışması olarak başlayan ortak yaşamın, en büyük evrimsel yeniliğin kökenini gösterebileceği gerçeğini örtbas etmez."
 

Bizim kültürümüzde "birlik algısı" özellikle büyük kriz dönemlerinde öne çıkmıştır. Anadolu Birliğini sağlama dönemlerinde, örneğin Mevlana, "İlk yaratılışta sen, ben hep birdik/ Gizli, açık hep O'nda birleşirdik/ Sevenlerin ayrı kalması haram/ Yaratılmışların yasası: Birlik" diyor.
 

İnsanlığın doğasında "birlik" önemli bir gelişme etkeni olduğu gibi; birlikte yaratılan kültür de "birlik çağrısı" yapanlarla doludur. Bu çağrı sözden eyleme taşıyanların geleceğin dünyasının kurulmasında söz sahibi olmaları doğal. Tersine, gereksiz saldırı ve karşı saldırılarla kendisinin ve toplumun enerjisini hiç de gerekli olmayan ayrılmalara, çatışmalara ve çekişmelere harcayan bireyler, topluluklar ve toplumlar enerjilerini boşa harcar.
 

Rekabet gücü yaratmanın çok belirleyici araçlarından biri olan "ölçeğin erişebilirliği" günümüzde çok büyük yapılar oluşturmadan, küçük ve orta ölçek yapıların işbirliği üzerine kurulursa etkili olabiliyor. Günümüz ölçeği, transatlantik gemiler gibi değil, çok sayıda hücum botun aynı limana eş güdümle yönelişi gibidir. Bu yapı, hem ölçeğin erişebilirliğini, hem de küçük ve orta ölçek yapının "esneklik ve hızını" bir araya getirdiği için etkili olabiliyor.
 

" Piyasanın "görünmez eli" ile yönetişimin "görünen elini" dengeleyenler öne geçecek: Yeni rekabet sisteminin üzerinde inşa edildiği bir başka temel, piyasa sisteminin "görünmez eli" kadar, yönetişimin "görünen elini" dengelemekten geçiyor…
 

Herhangi bir topluluk ya da toplum, aklını bir inanca, bir ideolojiye, yerleşik doğruya, kalıp düşüncelere, ön yargıya ve ezbere emanet eder; sloganları ciddi fikirlerin yerine koyarsa, rekabet gücü yaratamıyor.


Yakın geçmişte, dünya ekonomisine yön veren ABD gibi zengin ülkelerde, "piyasa her şeyi çözer" anlayışına emanet eden aklın yarattığı sonuçları hep birlikte gördük. Tam tersine, hızla gelişen Çin gibi ülkeler, bir yandan piyasa sisteminin mekanizmalarını değerlendirirken, öte yandan kaynakları bir önceliğe göre, uzun dönemli bir bakış açısından türeyen stratejilerle yönlendirdikleri zaman yüzde 10'lara varan büyüme yaratabildi.
 

" İşlerini "alışkanlıkla yönetenler" kaybedecek, "analizle yönetenler" kazanacak: Günümüz dünyasında yeraltı ve yerüstü kaynaklarını, insan kaynağını ve teknolojiyi geleneklerin tuzağına düşürmeden gelecek yaratma yönünde kullananlar öne geçti.
Alışkanlıkların en büyük uyuşturucu olduğu bilincine varan girişimciler kazandı.
Günümüzde "büyük bilgi" hem bir fırsat alanı, hem de kirli bilginin "tehlike alanı" ile bizleri yüzleştiriyor.
 

Bilgi üretiminin hızı, her alanda kaynakların bileşen ve bağlamlarını değiştirdiği gibi, zihinlerimizi yönlendiren "değerler sistemini" de farklılaştırıyor. Paradigmalarımız çok sık aralıklarda değişiyor. Bu hızla değişim ortamı, "alışkanlıkla yönetmeyi" tehlike haline getirirken, "analizle yönetimi" sorun çözen araç haline getiriyor.
Günümüzde işletme ölçeğinde olduğu gibi, devlet düzeyindeki en büyük örgütlerde bile "analizle yönetim" gerek şart haline geliyor.
 

" Gücünün sınırlarını bilen, kullanma zamanını iyi belirleyen ve kullandıktan sonra olası etkilerinin neler olabileceğini iyi hesaplayanlar rekabet yarışını kazanacak: Çağımızın bilim ve teknolojilerinin yarattığı yeni üretim, ulaşım ve iletişim imkanları kentleşmeyi hızlandırıyor. İnsanlar kentlerde toplandıkça, birbirlerini "büyük gözaltına" alıyor… Hepimiz birbirimizin ne yaptığını, ne kazandığını, nasıl yaşadığını gözlemliyoruz… Kentlerin en yoksulları, evlerine gidip gelirken en zenginlerin nasıl yaşadığını gözledikleri yerlerden geçebiliyor.
 

Sosyal medyada kimi zaman net bilgilerle, çoğu zaman dedi-kodu düzeyinde birbirimizi "gözaltına" alıyoruz… Bu yeni gelişme sermayenin de, siyasi iradelerin de gücünü kullanma biçiminde hassasiyetleri artırıyor. Gücünün sınırlarını iyi bilen, gücünü kullanma zamanını iyi hesaplayan, gücü kullandıktan sonra geri dönüşünün etkilerini hesaplayanlar bir adım öne geçebiliyor.
 

Bilginin belirleyici güç haline geldiği çağımızda, analitik yeteneğini geliştirerek net bilgiyi anlamaya dönüştürenler, "bilginin fırsat alanlarını" yakalayarak maddi ve kültürel zenginlik üretiminde de öne geçiyor.
 

Kaba ve yumuşak gücünü iyi bilen, etkin kullananlar rekabet yarışında bir adım önde durabiliyor; gücünü analiz etmeyenler ise aşırı ya da noksan değerlendirme yaparak sorun yaratıyor; sorunlarla uğraşırken enerjisini zenginlik üretimine yönetemiyor; geride kalıyor.
 

" Net bilgiye sahip olan, yeraltı ve yerüstü kaynaklara, insan gücüne ve teknolojiye etkin koordine eden ve belli önceliklere odaklananlar öne geçecek: Çağımızda rekabet yarışında bir adım öne geçmenin bir başka formülü ise, net bilgi, etkin koordinasyon ve odaklanma…
 

Rekabetin temel bileşenlerinden biri olan "koordinasyonun" başarılı olabilmesi, işyerinde ya da ülke ölçeğinde, "işbirliği bilinci ve gönüllü katılım" gerektiriyor. Bir örgütte, temel amaç ve stratejiler bütün çalışanlar tarafından biliniyorsa, içselleştirilmişse, hedefler üzerinde fizik ve düş enerjisi yoğunlaştırılabiliyorsa, rekabette öne geçilebilir.
 

Günümüzde işletme eğitim-öğretimi veren okulların ve işyerlerinin eğitimlerinde, net bilgi, etkin koordinasyon ve odaklanma sorunları öne çıkarılmalı…


" Erişilebilir kaynakları etkin ve verimli kullananlar "dış kaynak akışını" da hızlandırarak kalkınma yarışında öne geçecek: Kalkınmada çok temel kurallardan biri elimizin menzili altındaki kaynakları etkin ve verimli değerlendirmesini bilmedir. Elinin menzili altındaki kaynakları israf eden toplumlar, dış kaynak aksa bile, değerlendirmede sorun yaşıyor. Uzun zamandır petrol çıkaran ülkelerdeki israfı hep birlikte gözlemliyoruz… Son dönellerde AB'nin akıttığı fonları israf ederek içinden çıkılmaz krizler yaratan ülkelere de tanıklık ediyoruz…


Kalkınmanın, maddi ve kültürel zenginlik üreterek insan yaşamını kolaylaştırmanın, başka bir deyimle yurttaşlarımızın refahını artırmanın özünde "işbirliği ve dayanışma" içinde çalışabilme becerisi var…"En büyük maliyet hedefsizliktir" gerçeğini biliyoruz. Bu nedenle ülkemizin "2023 yılı hedeflerini", kaynakları etkin kullanmanın "vesilesi" olması gerektiğini düşünüyoruz. Hep birlikte Cumhuriyet'in 100'uncu yılında kişi başına geliri 25 bin doları aşmış bir ülke yaratma sorumluluğu taşıyorsak, kalkınmayı yönlendiren "temel eğilimleri" yakından gözlemeliyiz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar