Euronun zayıflaması kaçınılmaz gözüküyor

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Son günlerde euro'nun belirgin bir şekilde değer kaybetmeye başlaması ile birlikte geleceği de mercek altına alınmaya başlandı. Piyasalarda euro'nun dolara karşı 1.2 ve hatta 1.0 değerine gerileyeceği şeklinde senaryolar sık sık telaffuz edilir oldu. Aslında, bu gerilemenin çoktan gerçekleşmesi gerekiyordu. Hatta, asıl muamma Euro Bölgesi üstesinden gelinmesi neredeyse imkansız sorunların içinde boğulurken, euro'nun bugüne kadar nasıl değerini korumaya başardığı? Unutmayalım ki, bugün euro'nun zayıflamasından bahsediyoruz ama parite sene başında da bugünkü seviyelerindeydi. 2010'da 4 ay boyunca 1.30'un altında seyretmişti. Daha geriye gidersek, 2008 Ekim - 2009 Mart arasında da euro bu seviyelerin altındaydı. Ayrıca, euro'nun tedavüle girdiği 1999 başında paritenin 1.18 olduğunu, bir dönem 0.83'e kadar gerilediğini ve 1.30 seviyesini yukarı doğru kalıcı bir şekilde kırmasının tam 7 sene sonra gerçekleştiğini de unutmayalım. (Geçen 13 yıl içinde Euro Bölgesi ABD'ye karşı görece olarak daha zenginleşmiş de değil. Aksine 2000-2010 yılları arasında ABD'nin milli geliri reel olarak %16.5 oranında artarken Euro bölgesi ülkelerinin milli geliri %12.2 oranında artmış.) Kısacası, euro'nun bugün gözlemlenen zayıflığı ne bir ilk, ne de Euro Bölgesi'nin sonunu getirecek bir gelişme. Aksine, bu durum belki de zor durumda bulunan Güney ülkelerini kurtaracak tek çözüm yolu.

Euro'nun borçlu ülkelerin tahvil faizlerinin ve bankalarının likidite sorunlarının ayyuka çıktığı Temmuz ayından beri bu seviyelerde tutunmuş olması bile mucize. FX piyasası uzmanları da bu durumu açıklamakta zorlanıyorlar. Öne sürülen bir iddia son dönemde Avrupa bankalarının yurtdışı varlıklarını satarak bunları euro'ya dönmüş olmalarının euro'ya destek verdiği şeklinde. Ancak Euro Bölgesi bankaları varlıklarını euro almak için değil, dolar likiditesi sağlamak için satmakta. Yani, gelen dolarları euro'ya çevirmek derdinde değiller. (Ben burada parasını dolara sabitlemiş bulunan Çin'in euro'nun değer kaybetmesini istemeyeceği için, gizliden gizliye rezervlerini kısmen euro'ya çevirerek euro'ya destek vermiş olabileceğini de düşünmekteyim.)

Euro Bölgesi ülkelerinin problemlerinin çözümü sorunlu Güney ülkelerinin yıllar içinde çok zayıflamış olan rekabetçiliklerini Almanya'ya yaklaştırmalarında yatmakta. Bunun başlıca 3 yolu var: 1- Almanya'nın maliye politikasını gevşetmesi, enflasyonunu artırması ve işçilik ücretlerini serbest bırakması (Rüyamda görsem inanmam!), 2- Almanya yerinde sayarken sorunlu ülkelerin üretkenliklerini göreceli olarak artırması (Size iyi şanslar!), 3- Sorunlu ülkelerin reel ücretlerin ve fiyatların gerileyeceği bir deflasyonist ortama girmesi. Bu aynı zamanda bu ülkelerin uzun yıllar resesyon yaşaması anlamına geliyor. (Bunun yerine pek çok ülke euro'dan çıkmayı tercih edecektir.)

Bu 3 çözümün de gerçekleşme ihtimali oldukça düşük. Öte yandan Cameron'un ortak mali tedbirlere, Bundesbank'ın ECB'nin doğrudan müdahelesine, ve Merkel'in eurobond çıkarılmasına karşı olması da piyasalara euro'yu savunacak herhangi bir koz vermiyor. Ayrıca gelen son veriler, ilk defa ABD'nin kalıcı bir şekilde toparlanmaya başladığını göstermekte. (Bugüne kadar euro'nun değer kaybetmemesinde ABD ekonomisinin zayıf seyri de etkili oluyordu.) Bu şartlar altında artık euro'nun değerini daha fazla koruması imkansız. Son gelişmeler de bunu açıkça göstermekte.

Belki euro'nun değer kaybı sorunlu ülkeler ile Almanya arasındaki dengeyi kapatmayacak ama en azından bu ülkelerin euro-dışı dünya ile olan dengelerini kısmen düzeltmelerine yardımcı olacaktır. Ayrıca, euro'daki değer kaybının resesyonun kıyısında bulunan Avrupa'da enflasyonist bir etki yaratması da imkansız. Yani, euro'nun değer kaybı herkes için hayırlı bir gelişme olabilir. (ABD, Çin ve bizim için değil tabii.)

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019