Euro'nun geleceği gerçekten tehlike altında mı?

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Euro krizi büyüyerek devam ediyor. Geçen hafta İrlanda bağlamında ele aldığım konuyu daha genişleterek Avrupa'daki diğer problemli ekonomileri de içine alacak şekilde değerlendirmek gerekiyor sanırım.

Krizin ana nedenini kısaca Avrupa Para Birliği mekanizmasının yarattığı yapısal sorunlar olarak özetlemek mümkün. Bilindiği gibi 12 üye ülke 2001 sonunda kendi paralarını tedavülden kaldırarak önceden belirlenmiş pariteler üzerinden "euro" para birimine geçtiler. (Daha sonra çeşiti tarihlerde 4 ülke daha euro'ya katıldı.) Ancak euroya katılan ülkelerin ekonomik gelişmişlik düzeyleri son derece farklıydı. (Bir örnek vermek gerekirse, Portekiz'in euro'ya katılım tarihindeki kişi başına düşen milli hasılası Almanya'nın %65'i kadardı.) Buna karşın, euro'ya katılım ile birlikte ülkelerin riskliliği göz ardı edilmeye ve hepsi neredeyse aynı risk grubundaymış gibi değerlendirilmeye başlandı. Aralarındaki faiz farkları şimdi olduğu gibi 100'lerce baz puan değil, sadece 10-20 baz puandı. (Tabii derecelendirme kuruluşlarının bütün euro bölgesi ülkelerini aynı potada değerlendirmesinin de bu tümleşik risk algılamasında önemli bir payı var.) Aynı dönemde 2001 krizinden çıkılmakta olan dünyada faizlerin çok düşük seviyelerde olması da ülkelerin kamu ve/veya özel sektörlerinin borçlanma imkanlarını ve de iştahlarını son derece artırmıştı.

Bu uygun finansal ortamda, şimdi PİGS olarak adlandırılan ülkeler farklı şekillerde risklerini artırdılar. Alt yapısı son derece zayıf ve özel sektörü de yeterince gelişmemiş olan Yunanistan devlet kanalıyla borçlanmayı tercih etti. 2002-2007 arasında Yunanistan'ın ortalama bütçe açığı %6 civarındaydı. 2007 sonunda Yunanistan'ın kamu borcunun milli hasılasına oranı %105'i geçmişti. Aynı dönemde kamu borcu oranı sadece %25 olan İrlanda'da durum ise tamamen farklıydı. Serbest rekabet ortamına geçişe yönelik yapısal reformlarını 90'lı yıllarda neredeyse kusursuz bir şekilde tamamlayan İrlanda (krizden önce bu ülke serbest piyasa yanlıları tarafından örnek ülke olarak gösterilmekteydi) değil bütçe açığı vermek, 2000'li yıllarda bütçe fazlası veriyordu. Onu vuran ise fazla serbest piyasacılık oldu açıkçası. İrlanda bankalarının net yurtdışı yükümlülükleri aynı dönemde çok hızlı bir şekilde artarak milli hasılanın %10'undan %70'ine çıktı. Tabii, bu para bolluğunda, krediler ister istemez başta gayri-menkul ve tüketici kredileri olmak üzere verimli olmayan sektörlere yönelmeye başladı. Portekiz ise bu iki ülkenin karışımı gibi. Sonuçta bu 3 ülkede hanehalklarının borçluluğu 2001-2007 arasında %169 oranında arttı. (Aynı dönemde Almanya'daki artış ise sadece %1 idi!)

Bu noktada şunu vurgulamak gerekiyor: Her ne kadar söz konusu ülkeler para birliği içinde olduklarından dolayı para birimlerinde rekabetçi bir devalüasyon yaparak krizden daha kısa süre içerisinde çıkma şansına sahip değilseler de, sonuçta bağımsız para birimlerine sahip olsalardı bile, bu gidişatla buna benzer krizleri bir noktada yaşayacaklardı. Sadece aynı para birimi altında olmaları nasıl uzun süre riskli durumlarını gizlediyse, benzer şekilde de riskli durumlarının aynı anda gözler önüne serilmesine yol açtı.

Bugün açıkçası EMU ülkelerinin problemleri piyasalar tarafından özellikle abartılmakta. Bu ülkelerin risklerini üstlenmek istemeyen ve Almanya ve Fransa'nın krizdeki ülkelerin borç yeniden yapılandırmasına ilişkin planlarından da hoşnut olmayan kreditörler bu ülke varlıklarında fazla satış yaparak Avrupa Birliği'ni bir nevi şantaj altında tutuyorlar. Ancak bankalarının yükümlülüklerini garanti altına alarak çok yanlış bir tutum içine giren (ve çok da yanlış bir örnek teşkil eden) İrlanda'nın mutlak surette ortaya çıkan risklerin önemli bir kısmını özel sektöre iade etmesi gerekmekte. Öte yandan, Almanya ne kadar yan çizse de, euro'nun geleceğini tehlikeye atmak istemeyecektir. Bu üçlünün problemleri Almanya ve Fransa'nın desteğiyle bir şekilde çözümlenecek. PİG üçlüsü dışında İspanya, İtalya ve hatta Belçika gibi ülkelerin ise çok ciddi risk altında oldukları söylenemez.

Asıl önemli olan ise yaşanan problemlerin tekrarlanmaması için bundan sonra hangi tedbirlerin alınması gerektiği. Özellikle Yunanistan'ın borçluluğunu gizlemesi rezaletinden sonra tabii ki finansal şeffaflık sağlanması ve ülkelerin hesaplarının merkezi bir otorite (Avrupa Merkez Bankası) nezdinde denetime tabi tutulması şart. Finansal piyasaların da derslerini aldıkları ve artık ülke ve bölge risklerini daha iyi değerlendirecekleri muhakkak. Öte yandan, belki Almanya ve Fransa'nın borç yeniden yapılandırması ile ilgili planları biraz zamansız oldu ama ileride böyle bir mekanizmanın devreye sokulması Euro Bölgesi ülkelerinin kriz karşısında ortak bir şekilde nasıl hareket edeceklerini göstermesi açısından önemli.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019