Euro bölgesinde "Derviş Modeli"

Serhat GÜRLEYEN
Serhat GÜRLEYEN GENİŞ AÇI [email protected]

Yunanistan ve İtalya'da teknokrat hükümetlerin başa geçeceğine yönelik işaretler Avrupa borsalarında yönün yukarı dönmesini sağladı. Ekonominin kısa vadeli siyasi çekişmelerin kıskacından kurtulacağı beklentisi piyasalarda sert tepki alışlarına neden oldu. ABD ekonomisinde açıklanan verilerin beklentilerin üzerinde gelmesi piyasalardaki iyimserlik dalgasının boyutunun artmasını sağladı.

Euro bölgesi liderleri borç krizinin asgari hasarla kontrol altına alınabilmesi için gerekli reform programının Avrupa geleneğinden gelen teknokratların liderliğinde yapılmasını şart koştu. Ekonomileri uçurumun eşiğinde olan Yunanistan ve İtalyan politikacıları durumu kabullenmek zorunda kaldı. Yunanistan'da Avrupa Merkez Bankası eski başkan yardımcılarından Lucas Papademos başbakan olarak atandı. İtalya'da eski AB Komisyonu üyesi Mario Monti'nin liderliğinde bir teknokrat hükümetinin hafta içi kurulması bekleniyor.

Avrupa'da siyaset sahnesinde yaşanan değişimi gecikmiş olsa da doğru yönde atılmış bir adım olarak görüyoruz. 2001 yılında Türkiye'de benzer bir yoldan geçti. IMF ihtiyacımız olan uzun vadeli krediyi açmak için Dünya Bankası Başkan Yardımcısı Kemal Dervişin ekonominin başına geçmesini şart koştu. Kısa vadeli siyasi endişelerden arındırılmış bir reform programı uygulamaya alındı. Kemal Derviş'in başlattığı ve AKP hükümetinin başarıyla sürdürdüğü program daraltıcı maliye ve para politikalarına rağmen ekonominin büyümesini ve Türkiye'nin borç kıskacından kurulmasını sağladı.

Euro bölgesinin zor durumdaki ülkeleri Türkiye'nin son on yılda sağladığı başarı hikayesini tekrarlayabilir mi? Çok zor gözüküyor. Avrupa'nın Türkiye'ye göre üç temel dezavantajı var: (i) borcun büyüklüğü, (ii) ortak para politikası kullanılması (iii) gelişmiş ülkelerdeki eş anlı yavaşlama.

Türkiye'nin borç sorunu Avrupa'ya göre devede kulak kalıyor. İtalya milli gelirinin %120'sine ulaşan 1,9 trilyon Euroluk borç stokuyla Avrupa'nın ikinci dünyanın dördüncü büyük kamu borçlanma piyasası. Ülkenin önümüzdeki altı ayda yapması gereken borç servisi 120 milyar Euro büyüklüğünde. Piyasalarda güvenin tesis edilmemesi durumunda söz konusu ödemenin Avrupa İstikrar Fonu'ndan veya IMF'den sağlanması mümkün değil.

Türkiye 2001 yılında parasının değer kaybetmesine izin vererek özel sektörün rekabet gücünü destekledi. Avrupa Merkez Bankası'nın geçmişte yaşanan yüksek enflasyon tecrübesi nedeniyle böyle bir politika izleme şansı yok. Avrupa Merkez Bankası'nın aşırı genişleyici politikalar izlemesi ve parasını değer kaybetmeye zorlaması küresel ölçekte kur savaşlarının artmasına neden olabilir.

Türkiye 2001 yılında kendi yarattığı bir krizle savaşıyordu. Dünya ekonomisinde bir durgunluk ve kriz riski yoktu. Mevcut küresel konjonktür Avrupa'nın iç talebi kısarak dış talebe yönelen bir büyüme stratejisi izlemesini zorlaştırıyor. Borç yükünün yüksekliği gelişmiş ülkelerin büyümesini baskı altında tutuyor. Ekonomisi görece güçlü olan Asya ülkeleri ve özellikle Çin iç talebini baskı altında tutmaya devam ediyor.

Avrupa'da yaşanan krizin Türkiye'ye etkisi ne olacak? Ekim ayı PMI verileri ihracatının yarıdan fazlasını Avrupa'ya yapan, yurtdışı borçlanmalarının üçte ikisini Avrupa'dan sağlayan Türkiye'nin Avrupa borç krizinin yarattığı küresel dalgadan çok fazla etkilenmediğini gösteriyor.

Ancak Avrupa ekonomisinin durgunluğun eşiğine geldiği ve bankacılık sektörü bilançolarında sermaye yeterliliği endişesi nedeniyle küçülme baskısı yaşandığı mevcut konjonktürde ekonominin uzun süre bu performansı sürdürmesi mümkün değil. Yılın son çeyreğinden itibaren ekonomideki yavaşlamanın ve cari dengedeki düzelmenin daha belirgin olarak görüleceğine inanıyoruz.

Son yıllarda elde edilen kazanımlar sayesinde Türkiye dışsal şoklara karşı eskisinden çok daha dirençli. Güçlü kamu borç dinamikleri, bankacılık sisteminin sağlamlığı, hane halkının ve şirketlerin borçluluğunun düşük olması Türkiye'nin dışsal şoklara karşı daha sağlam durmasını sağlıyor.

Türk lirasında son dönemde yaşanan değer kaybı ve Merkez Bankası'nın para politikasını sıkılaştırmasına paralel faiz oranlarındaki yükseliş Türk lirasının gelişmekte olan ülkeler geneline göre daha güçlü olmasını sağlıyor.

Ancak küresel risk iştahındaki bozulmanın Avrupa ekonomisinin durgunluğa girdiği ve bankacılık sisteminin küçüldüğü bir ortamda olması durumunda Merkez Bankası'nın sıkı para politikası ile yapabilecekleri sınırlı. Böyle bir senaryoda Merkez Bankası tercihini yüksek faiz-ekonomik durgunluk yerine zayıf Türk lirası ve enflasyondan yana kullanabilir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Petrol şoku sonrası… 23 Eylül 2019
Ağlatma beni Arjantin… 02 Eylül 2019
Emin liman aranıyor… 26 Ağustos 2019