Euro 2008'den şirketlere dersler

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ adnan.nas@stfa.com

ASLINA BAKARSANIZ / Adnan Nas adnan.nas@tr.pwc.com Geçtiğimiz hafta hepimiz için Euro 2008 nedeniyle fırtına gibi geçti. Üstelik bir yandan eleme grubundan güçlükle ve son anda yükselmiş olmamız, öte yandan kendi ligimizdeki futbol kalitesinin düşüklüğü nedeniyle pek de umutlu başlamadığımız Avrupa Şampiyonası finalleri, üst üste tekrarlanan mucizevi son dakika galibiyetleriyle hem şaşırtan hem coşturan bir şölene dönüştü. Ben en çok iki açıdan sevindim: Birincisi, Türkiye'nin çok da sık olmayan bir vesileyle yani bir başarı referansıyla dünya gündemine girişi, ikincisi de Avrupa'daki sıkıntılı ve sorunlu yurttaşlarımıza bir özgüven ve aidiyet duygusu vermesi. Ayrıca bu sütunlarda çeşitli yönleriyle sık sık irdelediğimiz bir konu ile, önümüzdeki otuz yılda kullanabileceğimiz fırsat penceresi ile ilgili yaptığı bir çağrışım var ki bugün bunun üzerinde durmak istiyorum. Takım oyunu ve aile kültürü Hatırlarsınız, Türkiye'nin modernleşme ve gelişme yolundaki temel sorunlarını ele alırken, bu sorunların "kendi katma değerimizi artırma" doğrultusundaki çözümünün iki ekseninde insan sermayesinin ve şirketlerin bulunduğunu, uzun vadede rekabet gücü açısından, bunların açısından daha öncelikli ve hayati olan insan kaynağının da önümüzdeki otuz yılda diğer ülkelere ve rakiplerimize göre en avantajlı olduğumuz faktör olacağını defalarca yazdık. Ancak çalışma çağındaki bu geniş nüfus potansiyelinin eğitilmesi, niteliklerinin ve becerilerinin artırılması, kapsamlı ve stratejik bir program gerektiriyor. Türk işgücünün karakteristik özellikleri üzerinde durduğumuz bir başka yazıda (DÜNYA, 15 Mayıs 2007) genç ve enerjik, çatışmacı, ancak analitik olmayan ve iyi iletişim kuramayan, takım çalışmasında zayıf, merkezi otorite hakimiyetine alışkın, çalıştığı kurumu bir aile gibi görme ve dayanışma eğilimi güçlü ve kısa vadeye odaklı bir insan kaynağımız olduğunu belirtmiştik. Avrupa Futbol Şampiyonası'ndaki alışılmadık direnç ve mücadele, muhtemelen bu özelliklerin negatif etkilerini dengeleyen bir yönetim motivasyonu ve aile ortamında takım çalışması ile gerçekleşti. Kuşkusuz profesyonel spor hele de futbol kesiminin, toplumun ortalamasına oranla çok daha dışa açık, yoğun rekabet odaklı ve sürekli performans denetimi altında olduğunu, bu alandaki insan kaynağının işin doğası gereği küresel standartları hedef alarak yetiştiğini, iç piyasadaki yabancı futbolcu rekabetinin de bu açıdan olumlu etkisi olduğunu unutmamalıyız. Yine de bu ilginç galibiyet serisi, şans bizden yana olsa bile (ki nüfustaki fırsat penceresinde de durum böyle), bu şansı değerlendirecek bireysel ve toplumsal moral ve fiziki kondisyona sahip olmamız gerektiği gibi çağrışımlar ile önemli dersler içeriyor. Şirketlerde durum daha zor Türk şirketlerinde işgücünün stratejik hedeflere yönlendirilmesi ve etkin yönetimi ise hem daha karmaşık ve uzun vadeli bir süreç, hem de tarihsel ve yapısal nedenlerle insan kaynaklarında gecikmiş bir bilinç var. Müşteri odaklı ve rekabetçi işletme politikalarına geçişimiz nispeten yakın bir geçmişte olmuş, stratejik yönetime, yapılanmaya ve dolayısıyla nitelikli insan kaynağına olan ihtiyacın da bu nedenle geç farkına varılmıştır. Üstelik söz konusu olan, futbol şampiyonasındaki gibi yirmi-yirmibeş kişinin, kısa vadeli somut bir hedef için parlak gelir ve kariyer teşvikleri ile motive edilmesinden çok daha zorlu ve çok boyutlu bir politika ve strateji ihtiyacıdır. Nihayet işletme amaçları ve bireysel amaçların birebir örtüşmesi de her zaman bu kadar kolay olmaz. Büyük çoğunluğu KOBİ ölçeklerinde olan ve hisseleri ailelerin elinde olan Türk şirketlerinde bir bölümüne bizim de bizzat katıldığımız araştırmalar, temel misyonun "ayakta kalma" olarak algılanması, kârlılık ve konjonktürün öncelikli riskler olarak görülmesi, büyüme ve yeniden yapılanmaya çekince ile yaklaşılması konularında dünyaya oranla daha tutucu olduğumuzu, nitelikli insan kaynağı, rekabet ve verimlilik konularının önem sıralamasında geride kaldığını, daha çok "riski azaltma" amacına odaklanıldığını gösteriyor. Ancak 80'li yıllardaki ihracat seferberliği ve 90'lı yıllardaki Gümrük Birliği üyeliğinin tıpkı futboldaki gibi bir özgüven getirdiği de yadsınamaz. Ayrıca ne kadar agresif ve itici bulursak bulalım, güçlü ve hırslı bir liderliğin katkısı da açık. Kuantum sıçramasının yolu Türkiye'nin gelişmiş ülkeler ligi ile aradaki mesafeyi kapatmak için kanaatkar büyüme hedeflerini aşması ve zaman zaman düzlem değiştirerek kuantum sıçramaları yapması gerektiğine arada bir değiniyoruz. Bu toplumun dokusunda da yurtdışından gelen her dikkatli gözlemcinin söylediği gibi buna imkan sağlayacak müthiş bir dinamizm var. Bu potansiyel, tarihten gelen bir "devlet saygısı" elbisesinin içine sığmakta zorlanıyor. Devlete düşen, bir yandan işgücü niteliklerini artırmaya yönelik eğitim yatırımını artırmak ve yoğunlaştırmak, diğer yandan şirketlerin daha esnek ve performans ile bağlantılı insan kaynakları politikaları geliştirmesini, rekabetçi istihdam maliyetleri planlamasını sağlayacak mevzuat üstyapısını sağlamaktır. Bu arada ücret dışındaki ödeme paketlerini özendirecek düzenlemeler şirketlerin nitelikli yönetici bulmasını kolaylaştıracaktır. Kaotik ve fakat dinamik bir topluma futboldaki gibi kuantum sıçramaları yaptırmanın yolu, farklı ve avantajlı yönümüze bütün gücümüzle odaklanmaktan, yani insan kaynağımıza her şeyden fazla yatırım yapmaktan geçiyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019