Etkileşim mi eylem mi?
Geride bıraktığımız 10 Aralık günü küresel ölçekte İnsan Hakları Günü olarak kutlanıyor. 5-11 Aralık haftası ise Türkiye'de İnsan Hakları ve Demokrasi Haftası. Dünyanın dört bir yanında insanlar bugünlerde insan haklarından bahsediyor. Hepimizin aşina olduğu bir manzara: İnsan hakları, demokrasi, adalet, eşitlik...
Törenler düzenleniyor, bildiriler okunuyor. Büyük konferanslar, süslü konuşmalar, sosyal medyada bolca paylaşım ve sloganlar… Bir de gerçeklere ve rakamlara bakalım… 2023 yılı itibarıyla, AİHM'de bekleyen toplam 68.450 davanın 23.397'si Türkiye kaynaklı. Bu, toplam davaların yaklaşık yüzde 34'üne tekabül ediyor ve Türkiye'yi AİHM'de en fazla başvurusu bulunan ülke konumuna getiriyor.
Economist Intelligence Unit'in (EIU) hazırladığı 2022 Demokrasi Endeksi'ne göre de Türkiye, 167 ülke arasında 103. sırada yer alıyor. Bu tablo, insan haklarının yalnızca soyut bir kavram değil, sürdürülebilir kalkınmanın temel taşı olduğunu ve eksik kaldığında bir sürdürülebilir kalkınma hedeflerini nasıl etkilediğinin bir başka göstergesi aslında.
Hak olmadan kalkınma olur mu?
İnsan hakları, bireylere eşit fırsatlar sunarak onları güçlendiren bir mekanizma. Bir çocuğun okula gitme hakkı, bir kadının eşit ücret talebi, bir işçinin güvenli çalışma ortamı... Bunlar, insan haklarının kalkınma ile ne kadar iç içe olduğunu gösteren somut örnekler. Ancak mesele yalnızca bireylerin haklarının korunması değil, bu hakların toplumsal bir denge yaratacak şekilde genişletilmesi.
Eğer bir toplumda herkesin aynı haklara erişimi yoksa, o toplumun sürdürülebilir bir kalkınma sürecine girmesi mümkün mü? Ya da bir toplum, üyelerinin bir kısmını geride bırakarak ne kadar ileri gidebilir? Söz gelimi çocuk işçilerin eğitim hakkı gasp edilirken bir toplum nasıl kalkınabilir? Kadınlar, sadece kadın oldukları için ayrımcılığa uğrarken bir toplum nasıl ilerleyebilir?
Kalkınmanın görmezden gelinen yüzü
İnsan hakları ve demokrasi, kalkınma için birer araç değil, birer etiket olarak kullanılıyor. Hükümetler ve kurumlar, demokratik ve insan haklarına saygılı görünmek için projeler açıklıyor, ama bu projeler kimseyi gerçekten güçlendirmiyor.
Kalkınmanın sürdürülebilir olması demek, herkesin bu süreçte eşit şekilde yer alması demek. Oysa genelde birileri kalkınmanın nimetlerinden faydalanırken, diğerleri kenarda beklemek zorunda kalıyor. Yüzden de "sürdürülebilir kalkınma" kavramı artık bir moda haline geldi. Büyük şirketler çevre dostu olduklarını iddia ediyor, hükümetler yenilenebilir enerji projeleriyle övünüyor. Ama tüm bu süslü projelerin ardında çoğu zaman insanı merkeze koymayan bir anlayış var.
Sözler ve eylemler
İnsan hakları ve demokrasi, her bireyin karar alma süreçlerine katılabildiği ve bu süreçlerin sonucunda bir adalet duygusunun hâkim olduğu bir düzen yaratır. Toplumun farklı kesimlerinin ihtiyaçlarının duyulduğu bir platform sağlar.
Bu, sürdürülebilir kalkınma için hayati önem taşır. Ancak, dünyanın birçok yerinde demokrasi ve insan hakları yalnızca birer slogan olmaktan öteye gidemiyor. İnsanlar, söz hakkı bulamıyor, toplumsal eşitsizlikler derinleşiyor. Oysa, insan hakları ve demokrasi, bireylerin ve toplulukların sürdürülebilir bir geleceğe katkı sağlayabilmesinin ön koşulu… Her yıl İnsan Hakları ve Demokrasi Haftası’nda sosyal medyada binlerce paylaşım yapılıyor, etiket kampanyaları düzenleniyor, farkındalık yaratmak için çaba harcanıyor.
Ancak bu yoğun hareketlilik, aslında bu değerlerden ne kadar uzakta olduğumuzun da acı bir göstergesi. Her paylaşılan gönderi, her etkileşim, her etiket aslında insan haklarının ve demokrasinin hayatlarımızdaki eksikliğini resmediyor. Aynı zamanda, sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin de yalnızca bir ideal olarak kaldığını ve bu hedeflere ulaşmak için çok daha fazlasına ihtiyacımız olduğunu hatırlatıyor.