Etki tepki sarmalı ile meçhule sürüklenmek!
Ekonomi gündemine ilişkin konu başlıklarının geri plana itildiği, mevcut yapıyı korumaya yönelik yeni hikaye yazımının giderek olanaksızlaştığı bir süreçten geçiyoruz. Ön plana çıkan siyasi gelişmeler, beklentilerin olumsuzlaşmasını hızlandıran terör olayları ve seferberlik çağrıları bu sonuçta belirleyici oluyor. Küresel eğilimlere ilişkin endişelerin kademeli olarak ivmelenmesi de, hem öngörü ufkunu daraltıyor ve hem de umutları tüketerek kırılganlık yönündeki algıları besliyor. Artık, ülkemizin gündemi ve beklentiler yönlendirilemiyor; etki ve tepki sarmalı bizi hiç istemediğimiz durumlara sürüklüyor.
Geride bıraktığımız hafta içinde açıklanan ve alarm veren Türkiye ekonomisine ilişkin verilere rağmen durumun böyle olması, olumlu düşünmeyi zorlaştırıyor. Üçüncü çeyrek döneme ilişkin gayri safi yurtiçi hasılamız yüzde 1,8 oranında daralmış, eylül ayı işsizlik rakamımız yükselmeye devam ederek yüzde 11,3 düzeyine sıçramış, Türk Lirasındaki önlenemeyen değer kayıpları istikrar umutlarını soldurmaya devam etmiş. Tüm bu olumsuzluklara rağmen ekonomik sorunlar öncelikli hale gelememiş ve anlamını çoktan yitirmiş söylemlerle geçiştirilerek geri plana itilmeyi sürdürmüş.
Siyasi irade, ocak ayının ikinci yarısından sonra küresel olumsuzlukların durulmasını ve işlerin yoluna girmesini umuyor. Piyasalar ise bu hafta yapılacak Merkez Bankası Para Piyasaları Kurulu toplantısına odaklanmış, enflasyon beklentilerindeki bozulmayı durdurmak ve geriletmek adına faizlerin yükseltilmesini tartışarak oyalanıyor. Sorunları ağırlaşmaya devam eden iş dünyamızın güven bunalımı ise derinleşmeye devam ediyor. Bakış açılarındaki ayrışma keskinleşirken uzlaşmazlık belirginleşiyor. Sorunları gerçekçi bir şekilde teşhis etmekten kaçınmanın, çözümsüzlük anlamında olduğu görmezden geliniyor.
Gerek küresel ve gerek ise ulusal düzeyde, mevcut yapılar kendi ürettikleri sorunları çözemiyor ve ömrünü tamamlamaya koşuyor; eski ezberler pek bir işe yaramıyor. Günü kurtarmak adına eyvallah denmek zorunda kalınan sürdürülebilir olmayan eğilimler, çıkar çatışmalarını besleyerek uzlaşıya dayalı çözüm olasılıklarını sıfırlamış gibi görünüyor. Oluşan bu kısır döngünün nasıl aşılabileceğini tartışmak ise, etkili ve yetkili kesimlerin hiç işine gelmiyor.
Bir anlamda yumurtaları aynı sepete koyan ve ağırlaşan sorunları görmezden gelenler, ne yapacaklarını bilemiyor. Çok yönlü olumsuz baskılar, hem siyasi ve ekonomik endişelerin ve hem de sosyal hassasiyetlerin giderilmesine izin vermiyor. Herhangi birinin ihmal edilmesi de, diğerlerinin çözüm bulmasını engelliyor. Bu açmazın şuursuzlukları beslemesi önlenemiyor. Umudu küresel koşulların düzelmesine bağlamak, başkaca bir anlam taşımıyor!
Küresel koşullar düzelir ise Türk Lirası yeniden değerlenecek, faizler gerileyecek, varlık değerleri artacak, bilançolar güzelleşecek, kredi hacmi doludizgin yeni rekorlara koşacak ve herkes rahatlayacak; sürdürülebilir olmayan eğilimler ve ağırlaşan sorunlar yeni bir olumsuzluğa kadar görmezden gelinecek! Bu durumda sormak gerekiyor: küresel koşullar düzelmez ve beklentiler olumsuzlaşmaya devam eder ise ne olacak? Ekonomideki olumsuzlukları gündemin alt sıralarına geriletmek çözüm anlamına gelecek mi? Bu sorulara iş işten geçtikten sonra yanıt aramaya çalışmak kime ne fayda sunacak?
Günü kurtarmak adına insanları umut pompalayan yapay beklentiler ile oyalamaya çalışmak, onları aldatmak ve telafisi olanaksız zaman kaybı anlamına gelebilir. Küresel koşullar ve beklentiler, 2011 yılındaki Arap Baharı olarak tanımlanan gelişmelerden bu yana olumsuzlaşıyor; anormal sayılabilecek para bolluğuna rağmen riskten kaçınma eğiliminin güçlenmeye devam etmiş olduğunu ve böyle olmaya devam edebileceğini unutmamak gerekiyor. Bu nedenle umudu, ocak ayının ikinci yarısından sonra küresel koşulların düzelmesine bağlamak pek anlamlı görünmüyor. Kendi geleceğimiz konusunda belirleyici olabilmek, gerçekçi ve basiretli olunabilmesini zorunlu kılıyor. Döviz kurları ile dalgalanan ve giderek istikrarsızlaşan bir ülke olmaktan çıkabilmemiz, geçmişteki yanlışların tekrarından kaçınmamız gerekiyor!