Esaretin yapısal bedeli: Euro

Nazlı SARP
Nazlı SARP [email protected]

11 Eylül’de ECB, bu sefer de euroyu kurtarabilir mi? Başlıklı yazımda euronun güç kaybına daha çok ekonomik gerekçelerle değinmiş ve doların karşısında görece değersiz kalacağını öngörmüştüm.

Zira öyle de oldu ancak bir ara ABD uzun vadeli tahvillerinin tavan yapması sırasında yönü yukarı yönlü evirse de bu kısa süreli oldu ve hali hazırda yine güçsüz ve yatay seyrini korumaya devam ediyor.

Bu sözü TV’de ve radyo programımda da söylemeyi seviyorum: “Yatırım tavsiyesi değildir” Euro dolar paritesinde haftanın son iki gününde gerçekleşen kaybı, enflasyonun beklenenden düşük gelmesi ve bunun da başkan Lagarde’ın sözlerine rağmen, merkez bankasının beklenenden daha erken faiz indirimlerine gideceği yönündeki algıdan kaynaklandığı iddia edilebilir ancak bu kısa vadeli ve çok temelli olmayan bir hareketi açıklayabilir. Neden mi? Çünkü enerji yani arz kaynaklı fiyat baskıları ortadan kalkınca beklentiler de çekirdek tarafın katılığını yumuşatmaya başladı da ondan…

Oysa Euro bölgesi söz konusu olduğunda enflasyonda aşağı yönlü bir momentumun çok kısa zamanda Çin’in de etkisiyle katmerlenerek, bir likidite tuzağına dönüşmesi beklenebilir. İşte o zaman ECB’nin yani para politikasının pek de bir anlamı olmayacaktır.

Öte yandan kimse bu enteresan jeopolitik konjonktürde arz kaynaklı bir krizin tekrar çıkıp, çıkmayacağını öngöremez. Velhasıl ı kelam bu silik euro görünümün arkasında regresyon modellerini yanıltacak cinsten ve daha çok piyasa dinamiklerine ilişkin sert ayrıntılar var.

Bunlardan biri elbette ECB ‘nin (Avrupa Merkez Bankası) katı mali kuralları ve parasal tutumuyla yakından alakalı. 20 Eylül 2023’ten itibaren geçerli olmak şartıyla ECB, bankaların tuttuğu zorunlu karşılıklara ödediği mevduat faizini (komisyonunu) kaldırdığını yani 0’a çektiğini açıkladı.

Daha önce bu minimum karşılıklara bankanın mevduat faizi olan yüzde 4 oranında ödeme yapılıyordu. Bu durum 15 trilyon euroluk bir toplam mevduat düşünüldüğünde bankaların 6 milyar euro kadar bir kazançtan mahrum bırakılması anlamına geliyor. Sonuç itibariyle buna bankalar ya da tasarruf sahiplerine uygulanan bir tür vergi gözüyle bakılabilir ve birkaç trilyon euroluk tutarın ise Londra piyasasına bir tür offshore mantığıyla park etmesi söz konusu olabilir.

Son beş yıl içinde euro ve sterlinin dolar çapraz kurlarına bakıldığında; 2020’de BREXIT uygulaması başladıktan sonra Libor sistemi tarih olan ve birkaç orta / büyük ölçekli iç siyasi kriz yaşayan İngiliz parasının euroya karşı net gücü görülmeye değerdir: üstelik son bir buçuk yıldır Fed’in yoğun bir biçimde faiz artışlarına karşılık sterlin dolar karşısında sadece yüzde 0,37 ile yataya yakın bir kayıp yaşarken, euro dolar karşısında yüzde 4, sterlin karşısında ise yüzde 3,6’lık bir kayıp yaşamıştır ki bu da Euro bölgesinde işlerin hiç de iyiye gitmediğinin malum ilanı olabilir!

Diğer taraftan Almanya’nın ucuz Rus gazı ve tatlı Çin ticareti modelinin çökmüş olması nedeniyle sadece gaz fiyatlarına odaklanan bölgede, çok başka piyasa sinyalleri de mevcut: Pandemi döneminde 400 milyar euro tahvil ihraç eden bölgede artık Almanya’ya duyulan güvenden eser yok. Bu nedenle de bu tahvil getirileri daha yüksek seviyeden oluşuyor. Haliyle bir ülke ya da bölgenin tahvilinin getirisinin artması artık daha riskli görülerek, daha yüksek maliyetlere katlanması anlamını taşır.

Fransa’nın bütçe açığı, İtalyan tahvil getirilerinin artması; en kötüsü de bölge ülkelerinden hiç birinin euro denilen ortak paranın arzına tek başına müdahale edememesi Dolayısıyla TCMB’nin başarılı yönetiminden sonra fikrimi değiştirdim, yönetilmesi en zor merkez bankası kesinlikle ECB ve bunun bedelini de her geçen gün zorlanarak bölge üyelerine ödetmeye devam edecek gibi… Öyleyse artık yeni şeyler söylemek ve dış ticarette rotayı Euro Bölgesi dışına çevirme zamanı!

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dolar ve altın 29 Temmuz 2024