Erken sıkılaştırma canlanmayı geciktirebilir
Son dönemde, gelişmiş ülkelerde mali istikrarın sağlanması ve sıkı maliye politikalarına geri dönülmesinin şart olduğu sıkça telaffuz edilmeye başlandı. Nitekim, haftabaşında da, bu yeni ekonomi politikasının ilk somut uygulamasını Almanya'da gördük. Daha bir ay önce, Yunanistan'a çok yüksek miktarda bir kurtarma paketinin olurunu veren ve aynı zamanda toplamı 1 trilyon dolara varan bir euro bölgesi stabilizasyon fonunun kurulmasına önayak olan Merkel Almanya'da 80 milyar euroluk bir bütçe kesintisini ve 15 bin kamu çalışanının işten çıkarılmasını içeren bir tasarruf programını devreye soktu. Hava taşımacılığı ve nükleer enerji sektörlerine yeni vergiler getirilmesi söz konusu. Ayrıca, önceden kararlaştırıldığı gibi finansal sektöre bir işlem vergisi konulması da gündemde. Dört yıl süreli olarak kurgulanan tasarruf programı, ayrıca 2016 yılına kadar yapısal bütçe açığının %0.35'e düşürülmesini de hedeflemekte. Programı bütçe disiplinini tesis etmeye ve diğer Avrupa ülkelerine örnek olmaya yönelik bir program olarak tanımlayan Merkel bütçe kesintisinin getireceği talep daralmasını zayıflayan euro ile birlikte Almanya ihracatının canlanmaya başlamasının (Nisan'da fabrika siparişlerinde %2.8 artış görüldü) karşılayacağı öngörüsü içerisinde hareket ediyor.
Bugünlerde, hem akademisyenler, hem de politika uygulayıcıları arasında gelişmiş ülkelerde maliye politikalarının prematüre bir şekilde sıkılaştırılması nedeniyle Dünya'da yeni yeni filizleri görülen ekonomik canlanmanın yerini yeni bir resesyona bırakması riskinin olup olmadığı tartışılıyor. Bazıları için son dönemde Avrupa ülke tahvillerinin faiz spreadlerinde görülen yükselişler sıkı maliye politikasının gerekliliğinin somut bir kanıtı. Ancak bu tartışmada tüm gelişmiş ülkelerin aynı kefede değerlendirilmesi doğru değil. Esasen, bu ülkeler 3 farklı grup altında değerlendirilebilir. Birinci grup krizin baş aktörü diyebileceğimiz ABD ve onun can dostu İngiltere'den oluşuyor. İkinci grupta başta Almanya olmak üzere Kuzey Avrupa ülkeleri ile Japonya sayılabilir. Son grupta PİGS veya Club Med ülkeleri olarak da bilinen Güney Avrupa ülkeleri ile İrlanda var.
FT'de Martin Wolf da ABD ve İngiltere'yi ayrı bir grup olarak ele alarak borçlanıcı olarak avantajlarını sıralamış. İki ülke de kamu açıklarının önemli bölümünü özel sektörlerinin tasarruflarıyla karşılıyor (= cari açıkları göreceli düşük), kendi yatırımcılarının tercih ettiği yerel para üzerinden tahvil ihraç edebiliyorlar, merkez bankaları gerekli likiditeyi sağlıyor, dalgalı kur rejimleri sayesinde yatırımcı güvenindeki değişimler daha az etki yapıyor ve bağımsız ekonomi politikası oluşturabiliyorlar. Bütün bunların üstüne tabii ki doların Dünyanın rezerv parası olma lüksü de var. Söz konusu şartlar bu ülkelerin bütçe açıklarını kapatmada ve dolayısıyla kamu borçlarının azaltılmasında daha rahat hareket etme imkanı veriyor.
Üçüncü grupta yer alan Club Med ülkelerinin böyle bir lüksü ise hiç yok. Bu ülkelerin son 10 yıllık ekonomik verileri incelendiğinde, problemlerinin büyük kısmının küresel kriz öncesine dayandığı görülmekte. Bu nedenle, bu ülkeler inandırıcılığı yüksek sıkı maliye politikaları uygulamak zorundalar.
Geriye kalıyor Almanya başta olmak üzere daha tasarruflu Kuzey Avrupa ülkeleri. Bilindiği gibi Almanya ile ilgili en büyük eleştiri kronik bir şekilde cari fazla vermek suretiyle ekonomik gelişimini tamamen diğer ülkelerin ithalat talebine yüklemiş olmasıydı. Keza, son mali sıkılaştırma kararında da, zayıf euro ile birlikte ihracat ivmesi sağlayacağı öngörüsünün önemli payı var. Ancak, Almanya'nın bu aşırı katı tutumu, diğer ülkelerin de onu örnek almasıyla birlikte, AB'nin resesyondan çıkmasını daha da geciktirebilir. Bugünkü şartlar altında azalan kamu harcamalarının neredeyse otomatik olarak artan özel sektör harcamaları ile kompanse edileceği (Ricardo Eşitliği) savı çok da geçerli değil. 90'lı yıllarda Japonya, İsveç ve Kanada gibi ülkeler mali sıkılaştırma programları uygularken, ekonomilerinde oluşan arz fazlaları diğer ekonomiler tarafından emilmişti. Ancak, bugün neredeyse tüm Dünya krizden yeni yeni çıkarken, Almanya ve diğer Merkez Avrupa ülkelerinin böyle bir beklenti ile hareket etmesi yanlış olacaktır.