Epik gelenekle demokratik çözüm arayışı

Adnan NAS
Adnan NAS ASLINA BAKARSANIZ [email protected]

İçinde bulunduğumuz haftanın sonunda demokratik standartlar açısından batılı ülkelere en fazla yaklaştığımız alanlardan biri olan çok partili yeni bir genel seçim yaşamış olacağız. Gerçi bizim seçimlerimiz başka ülkelerinkinden oldukça farklı bir propaganda süreci ve tartışma maratonu sonunda yapılıyor ve onlar da ancak müzik starlarının konserlerinde rastlanan büyük kalabalıklar, meydan mitinglerinde politikacıların yüksek desibelli konuşmalarına pasif dinleyici konumunda alkışlarıyla eşlik ediyorlar. Oluşan görüntü, programlarını ve önerilerini açıklayıp halkı kendi yanlarına çekme çabasından çok, herkesin kendi taraftarlarıyla muhtemel zaferini kutladığı şölenleri andırıyor. Seçmenin ne düşündüğünü ve nasıl oy kullanacağını seçim gününe ve sandık sonuçlarının açıklanmasına kadar kimse tahmin edemiyor. Kamuoyu araştırma şirketlerinin farklılaşan açıklamaları da, hem kullandıkları metodolojilerin ve örneklemin doğruluğu, hem de anketlere katılanların gerçek iradelerini saklayıp saklamadıkları yönünden soru işaretleri üretiyor. Yine de, başka zamanlarda kendini önemli hissetmesini sağlayacak bir imkanı olmayan kitleler için en büyük kararı kendisinin vereceğini bilmek, başlı başına bir şölen nedeni sayılabilir.

Tarihsel sorun ve epik kampanyalar

Aslında görece yakın bir zamanda, geçen Ağustos ayında bu köşede yayınlanan bir yazımda* iç dinamiklerimiz ile seçim süreci arasındaki ilişkiyi ve bunun politikacıları seçim öncesi ve sonrasında nasıl etkilediğini irdelemiştim. Bizde seçimlerin farklı alternatiflerin arasında seçmen pozisyonunun netleştirilmesi olmanın dışında ve hatta daha çok birikmiş sorunlara mucizevi çözümler getirebilecek sihirli bir süreç olarak görüldüğüne değindiğim o yazıda, bu beklentinin toplumsal ve ekonomik hayattaki sayısız karar sürecinde de artık normal karşılanan bir yavaşlamaya yol açtığını, öte yandan politikacılara da taşıyamayacakları kadar büyük bir yük yüklediğini belirtmiştim. Bu durumun köklerinde tarihsel olarak sermaye birikiminin ve bilgi / teknoloji üreten girişimci sınıfın oluşumunun aksaması, ne feodalitenin ne de kapitalist sistemin baskıcı ve verimsiz merkeziyetçilik gölgesinde tarihsel işlevlerini yerine getirememesi, böylece iç dinamikleri güdük kalmış toplumun "ekmek ve rant dağıtan devlet baba” alışkanlığına sürüklenmesi olduğunu, bunun da seçilen yönetici kadrolarının başlangıçta sahip olsalar da reformcu kimliklerini kolaylıkla yitirmelerine yol açtığını vurgulamıştım.  

Şimdi düşünüyorum da bu analizi bir de beklentilerin ağırlığının neden "lider odaklı” olduğunu irdeleyerek tamamlamak iyi olur. Beklentiler rasyonel olmanın sınırlarını aşıp biraz mucizevi biraz epik karakter kazanınca, bunları karşılayacak kadroların da çalışkan ve analitik olmasından çok otoriter ve karizmatik olması gerektiği akla daha yakın geliyor. Her ne kadar temel ihtiyacımız birikmiş mevcut sorunların çözümü ise ve bunun için liderlikten önce "iyi yöneticilik" niteliklerinin aranması gerekiyorsa da, esas itibarıyla geleceği kurgulama ve vizyon çizme işlevini yüklenmesi gereken liderlikten her şeyi bir çırpıda halledivermesini istemek hepimizi rahatlatıyor ve ruhumuzu hafifletiyor olmalı.

Olmayan sigortalar ve Rus ruleti

İşin doğrusu kurumsal altyapısı yeterince gelişmemiş bizim gibi toplumlarda bu şaşırtıcı değil. Hukuk, eğitim, bilim, sanat, piyasa serbestliği ve rekabet, kamu yönetiminde ve özel kesimde saydamlık, sağlık, temel hak ve özgürlükler gibi alanlarda kurumlaşma düzeyi geri ise toplumsal sigortaların çalışması ve ortak paydaların bulunması zorlaşır. Böylece toplumların kaderi, seçilenlerin öngörülemeyen ferasetlerine ve basiretlerine bağlı kalır. Öngörülemeyen diyoruz, çünkü seçim kampanyalarının geleneksel şölen havası, seçmen ile politikacılar arasında interaktif tartışmaya, programların ve hedeflerin masaya yatırılmasına izin vermez. Kampanya boyunca bunu yapacak düzeyde bir sivil toplum örgütlenmesi de yoktur. Dolayısıyla seçilenler başarılı olursa ne ala, olmazlarsa kötü kader der geçilir ve yeni seçimler beklenir. Abartmalı bir benzetme ile “rus ruleti”ne benzeyen bir demokrasi modeli oluşmuş olur. Oysa dikkatler kimin seçileceğinden çok belli kurumsal önceliklere, siyasi rekabet ise refahın ve barışın nasıl gerçekleştirileceğine yoğunlaşırsa hem süreç kolaylaşabilir, hem de hayal kırıklığına uğrama riski düşebilir. Yani bu anlamda, çokça söylendiğinin aksine, güncel siyaset alanının alabildiğine geniş ve belirsiz olması değil, makul bir ölçüde ve toplumun ihtiyacına göre daraltılmış olması amaca daha çok hizmet edebilir. Bir başka anlatımla ne yapacaklarına fazla kafa yormadan hoşlandıklarımızı ve ideolojik saplantılarımıza uygun düşenleri değil, sadece sorunlu alanlara odaklanacak yöneticileri ve geleceği öngörme yeteneğine sahip liderleri seçme imkanımız olur.

Bu defaki seçimlerin parlamento ile ilişkili olması sistemin omurgasını ve farklı hükümet biçimlerini de tartışma gündemine taşımış bulunuyor. En önemli kaygılardan biri olarak öne çıkan koalisyon korkusu da, aslında yukarıda açıkladığımız kurumsal altyapı eksikliğiyle yakından ilgili. Toplumsal sigortaların eksikliği ve ortak payda bulmanın güçlüğü, toplumda farklı tarafların uzlaşmasına dayanan seçeneklerin doğal olarak şüphe ile karşılanmasına yol açıyor. Oysa dünya üzerindeki rejimlere bakınca, kişi başına refah sıralamasında ilk 25 sırayı alan ülkelerde hepsi de başarılı olan yönetimlerin 15’inin koalisyon,10'unun da tek başına iktidar veya başkanlık şeklinde olduğunu görüyoruz. Yani ekonomik başarının hükümet şekline bağlı olduğunu söylemek zor, Bize kalırsa asıl önemli olan kararları kimin verdiği değil, kararların nasıl verildiğidir. Buradaki riski azaltmanın yolu da seçim ve siyaset ve siyaset sürecini içerik yönünden kapsayıcı kılmaktan geçiyor.
* Dünya, 5 Ağustos 2014
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçim biter, kriz bitmez 02 Temmuz 2019
Yolun sonuna geliyoruz 11 Haziran 2019