Enflasyonun sorun olarak algılanmamasının maliyetleri
Geçen hafta derste sıra enflasyonun nedenlerini tartışmaktaydı. 2001-2006 Merkez Bankası dönemi bir tarafa bırakıldığında, 1995’ten bu yana ders veriyorum ve her dönem birkaç saati bu konuya ayırıyorum. Uzun bir süre, verdiğim makroiktisat ve parasal iktisat derslerinin öğrenciler açısından en eğlendirici konularından biriydi enflasyon ve nedenleri. Oysa birkaç yıldır öğrencilerin enflasyona ilişkin ilgilerinin azaldığını görüyorum.
Elbette bunun bir nedeni, o eskinin yüksek enflasyon oranlarının artık gözlenmemesi; hem yurtta hem de cihanda. Hele küresel krizden sonra çoğu gelişmiş ülke için enflasyonun değil de deflasyonun ana tartışma konusu olduğu dikkate alındığında bu ilgisizliğin bir başka nedeni daha ortaya çıkıyor. Merkez Bankası’nın, enflasyonun yıllardır etrafında gezindiği düzeyden rahatsız olmaması, olmadığı için de toplumu yaşamakta olduğumuz eski yıllara göre düşük ama uluslararası ölçekte yüksek enflasyonun sakıncaları hakkında bilinçlendirmeyi bırakmış olması da önemli role sahip sözünü ettiğim ilgisizlikte. Para otoritesinin bu tavrı öyle noktaya geldi ki artık finansal piyasalarda çalışan uzmanlar bile Merkez Bankası’nın aldığı kararları neden aldığını yorumlarken, enflasyonu arka plana atıp başka unsurlara dikkat çekiyorlar. Yok cari işlemler hesabındaki gelişmelere göre o kararı aldı yok kredi genişlemesi ön plandaydı yok işsizlik yükselmişti yok büyüme düşmüştü yok kur oynaklığı azalmıştı yok kur çok yükselmişti (ve yine) yok ABD Merkez Bankası faiz artırma kararını ötelemişti.
Sanırsınız ki Merkez Bankası bir merkez bankası değil de Süpermen. Öyle ya, bunca alana yönelik alıyorsa kararlarını, kararlarının o alanlardaki gelişmeleri etkileyeceğini düşünüyordur. Merkez Bankası düşünmüyor olsa bile en azından yorumcular öyle düşünüyor. Düşünsenize bir, gecelik faizi değiştiriyorsunuz (ya da değiştirmiyorsunuz) ekonomide hemen her şeyi etkiliyorsunuz: Cari açık, işsizlik, büyüme, sanayi üretimi, kurun düzeyi, kurun oynaklığı (ha bir de enflasyon)!
Merkez Bankası’nın aldığı kararların ne için alındığı hakkında bunca tevatür olmasından daha zararlı bir şey olamaz para politikasının etkinliği açısından. Sonuçta merkez bankaları asıl olarak gecelik ya da haftalık faizleri belirliyorlar. Oysa ekonomi açısından önemli olan çok daha uzun vadeli faizler; mesela kredi faizleri mesela mevduat faizleri mesela tahvil faizleri. Herhangi bir piyasa ekonomisinde bu faizler sadece o ekonomide o dönemde geçerli olan gecelik faizden etkilenmiyorlar, aynı zamanda ve daha büyük ölçüde merkez bankasının ileride alması beklenen faiz kararlarından da etkileniyorlar. Kararların neye (nelere) yönelik olduğuna ilişkin kafa karışıklığı varsa, ileriye yönelik ne tür kararlar alınabileceği hakkında büyük belirsizlik oluşuyor. O zaman da merkez bankalarının aldıkları kararların ekonomi üzerinde istenen yönde etkili olma olasılıkları son derece azalıyor.
Merkez Bankası’nın enflasyonu ciddiye almasında ve topluma da ciddiye aldırmasında yarar var. Birkaç nedenle. Birincisi, Türkiye’nin enflasyonu ihracat pazarlarında ya da yükselen piyasa ekonomilerinde gözlenenlere kıyasla yüksek. Bu, daha pahalıya mal ve hizmet ürettiğimiz için bir yandan rekabet gücümüzü törpülüyor, diğer yandan ise ekonomimizde söz konusu ülkelerin çoğuna kıyasla daha fazla sorun olduğunu gösteriyor. İkincisi, paramızdan altı sıfır attığımız Ocak 2005’te tedavüle çıkan 100 (yeni) liranın şu andaki değeri 41,5 liraya düştü. Ya da farklı bir anlatımla Ocak 2005’te 100 lira ile tüketici fiyat endeksinin ölçülmesinde kullanılan mallardan bir ‘sepet’ satın alabiliyorken, şimdi sadece 0,415 sepet satın alabiliyoruz; yani sepetin yarısı bile dolmuyor artık. Üçüncüsü, enflasyonumuz hedeflediğimiz enflasyona kıyasla da çok yüksek: Ocak 2005’ten bu yana birikimli enflasyon yüzde 141 oldu. Oysa aynı dönemde fiyatların yüzde 85 artması (birikimli enflasyonun yüzde 85 olması) hedeflenmişti.