Enflasyonu tutabilene aşkolsun!
Aralık TÜFE’si yüzde 0.90 olan beklentilerin hayli üzerinde yüzde 1.64 oldu. Böylece 2016 yılını yüzde 8.53 enflasyon ile kapatmış olduk. Dünyada son 3-4 yıldır güçlü defl asyon (eksi enfasyon) rüzgarları eserken bizim gene rekor sayılabilecek bir enflasyon oranına sahip olmamızı MB’nin mı, Hükümetin mi başarı hanesine yazmalı, bilemiyorum. Daha 2 ay önce MB’nin yıl sonu enflasyon tahmini olarak yüzde 7.5’i telaff uz etmiş olduğunu da hatırlatırım!
Enflasyon her zaman ve her yerde bir “ayağını yorganına göre uzatamama”, yani ekonominin imkanlarını zorla(t)ma sorunudur. Bu başarı nasıl sağlanır derseniz klasik ve en çabuk yolu kamu harcamalarını zıplatıp bütçe açığını patlattıktan sonra para basmaktır. (Para basmaktan kasıt Merkez Bankası’nın doğrudan kamuya kredi açmasıdır.) Neyse ki bizde ne bütçe açığını patlatmak, ne de para basarak açığı finanse etmek yöntemleri uzun zamandan beri kullanılmıyor. (Bu yöntemi biz (iyi ki de) kullanmıyoruz da Batı ekonomilerinin yaşadıkları dezenflasyona ve sıfıra yakın faiz oranlarına rağmen kullanmamaya direnmelerini anlamak mümkün değil!)
Peki, o zaman Türkiye, neden son 13 senedir enflasyonu bir türlü muasır medeniyetler seviyesine düşürmeyi başaramıyor? Öncelikle, şunu tespit etmekte fayda var: Her ne kadar bütçe açığı çok artmıyorsa da, kamu harcamaları için aynı şeyi söylemek imkansız. Şöyle ki, örneğin 2008 yılında faiz-dışı harcamaların milli gelire oranı yüzde 17.5 iken, 2016’da bu oran yüzde 21 civarında gerçekleşmiş olacak. Belki çok büyük bir artış değil ama mutlaka finanse edilmesi gereken bir artış. (Ayrıca, bu sadece merkezi yönetim harcamaları. OVP’ye göre 2016’da toplam devlet harcamalarının milli gelire oranı yüzde 35 olarak tahmin ediliyor.)
Devlet bütçe açığının alıp başını gitmemesi için gelirlerini artırmak zorunda. İlk akla gelenler ise tahsil etmesi daha kolay olan dolaylı vergiler. Bunların içinde en popüler olanlar ise sigara ve alkolden alınanlar. (Geçen gün bir tweet’e rast geldim. Bir vatandaş “2012’de rakı fiyatı 45 lira, borsa endeksi 76 bin idi, bugün rakı fiyatı 88 lira, borsa endeksi ise hâlâ 76 bin, keşke rakıya yatırım yapsaymışım” diye söyleniyordu. Bu arada 2012-16 arasında enflasyondaki artış yüzde 38, rakı fiyatındaki artış ise yüzde 96!) Ancak, bu ay TÜFE’nin ana harcama grupları’ndan ‘tütün ve alkollü içecekler’ grubunda yaşanan yüzde 7.33’lük artıştan da görüldüğü gibi, bu vergilerin enflasyona anında yansıması oluyor.
Diğer bir gelir artırıcı yöntem ise özelleştirme tabii ki. Ancak, IMF ve uluslararası kuruluşlar özelleştirme gelirlerinin haklı olarak bütçe geliri olarak yazılmasına karşılar, çünkü özelleştirme sonuçta bir varlık (çoğu zaman da “tekelci” bir imtiyaz) satışı. Ama bütçeye finansman sağlıyor mu, sağlıyor. Öte yandan, dolaylı olarak, özelleştirmeler de enflasyona ciddi katkıda bulunuyor. Örneğin, eğer bir lisans veya dağıtım hakkı için çok yüksek bir bedel ödenmiş ise, bir süre sonra alan şirket hizmet fiyatlarına zam yapmak zorunda kalıyor. Keza, devlet garantisi ile yaptırılan otoyol, köprü ve tüneller de bir süre sonra zamlanıyor ve bu zamlar sadece TÜFE’nin “ulaştırma” grubunu değil, nakliye masrafl arındaki artıştan dolayı örneğin “gıda” grubunu da etkiliyor.
Son olarak da, artık neredeyse rutin hale gelen ve 2-3 yılda bir sıkıştıkça çıkarılan “vergi barışı” konusu var. Her ne kadar, bu şekilde geçici bir şekilde bir miktar vergi tahsil ediliyorsa da, orta dönemde aslında vergi tahsilat oranları düşüyor, çünkü vergi barışının geleceğinden emin olan bir kısım mükellef vergisini zamanında ödememeyi tercih ediyor. Ayrıca, kurumlardan vergi tahsilatına çok fazla yüklenilince, bu sefer kârları iyice düşen şirketler ister istemez mallarına zam yapmak zorunda kalıyorlar.
Görüldüğü gibi, bütçe açığını kontrol etseniz ve bütçeyi para basarak finanse etmeseniz bile, enflasyonist baskılar sonuçta su üzerine çıkıyor. Esasen, enflasyon ile büyüme arasındaki bu durum Hükümetin de bildiği bir ödünleşme (trade-off ) durumu. Olayı bir tercih meselesi olarak görüyorlar. Ancak bu durum Türkiye ekonomisinin normalleşmesini de engelliyor. Süre gelen enflasyon TL’nin değer kazanmasına ve sonra da çok kereler yaşadığımız (ve yaşamakta olduğumuz) gibi hızlı bir şekilde değer yitirmesine yol açıyor.
Neyse, lafı çok uzattım galiba. Sadede gelirsem, enflasyon artmaya devam edecek ve mart ayı sonunda yüzde 10 seviyelerine gelecek. Bu şartlar altında, piyasa faizlerinde bir düşüş görmek imkansız. Yok, zorla faizler düşük tutulmaya çalışılır ve MB de bu politikaya alet edilirse, o zaman işler iyice sarpa saracaktır.