Enflasyonu düşürmenin maliyeti artıyor

Prof. Dr. Selva DEMİRALP
Prof. Dr. Selva DEMİRALP [email protected]

Bir Japon atasözü, yanlış trene bindiğiniz zaman hemen inin, inmekte ne kadar gecikirseniz geri dönme maliyetiniz de o kadar artar diyor. 

Bugün enflasyonda yaşadığımız tam da bu. %85'lerde zirve yapmış bir enflasyon ve yıpranmış merkez bankası kredibilitesi ile enflasyonu indirmenin maliyeti çok ağırlaştı. Öyle ki, enflasyonu düşürmenin maliyeti, enflasyonun maliyetini aşıyor.

Normal şartlar altında, iki hafta önce enf­lasyon tahminini yukarı yönlü revize etmiş bir merkez bankasının bir sonraki adımının daha güvercin değil daha şahin bir duruş ol­ması beklenir. Zira enflasyon beklentilerinin yukarı yönlü revize edilmesi, Merkez Banka­sı’nın gitmesi gereken yolun daha da uzadığı­nı söyler.

Ancak yine ‘normal şartlar altında’, fiyat istikrarı merkez bankasının birincil önceliği ve görevi olduğu için enflasyonun bizde oldu­ğu gibi kontrolden çıkmasına izin verilmez. O şartlarda, enflasyonu düşürmenin maliyeti, enflasyonun yarattığı yoksulluk, gelir adalet­sizliği gibi ağır maliyetlerden daha düşük ola­cağından merkez bankaları faiz artırmaktan çekinmez, çoğu zaman ekonomide ciddi bir durgunluğa sebep olmadan enflasyonu kont­rol altına alabilirler.

Türkiye’nin şartları bu çerçeveden ayrı­şıyor. Bunun iki sebebi olduğunu düşünüyo­rum:

1) Kronik enflasyonla yaşamaya alışmış olan toplumda fiyatlara olan hassasiyet de zayıflıyor. Öyle olunca Biden’a seçim kay­bettiren yüzde 9’luk zirve enflasyon, Türki­ye’de yüzde 85’lere çıksa da iktidarı değişti­recek bir sarsıntı yaratmıyor ve siyasi bir ön­celik olmuyor.

2) Enflasyonu düşürmenin maliyetinin, enflasyonun maliyetini aştığı bir sü­reçten geçiyoruz. Enflasyonla mücadelenin maliyetlerini yükselten ve merkez bankası­nın belini bükerek daha ağır hareket etmesi­ne sebep olan bir kaç önemli faktör olduğunu düşünüyorum:

-Zayıf merkez bankası kredibilitesi: Yakın zaman önce, Eylül 2021’de faiz indi­rimleri ile enflasyonu düşüreceğini söylemiş, Ocak 2022’de enflasyon raporuna koyduğu yüzde 23.2’lik enflasyon tahminine karşılık o yılın sonunda resmi enflasyonu patlatıp yüz­de 64.3’e çıkarmış bir merkez bankası tecrü­bemiz var. Böyle bir travma, sonradan kad­rolar değişip doğru politikalar uygulanmaya başlansa da toplumsal hafızadan kolay kolay silinmiyor. Sözüne güvenilmeyen, siyasi bas­kı ile hareket eden bir merkez bankası enflas­yon beklentilerini çıpalayamıyor.

-Hükümetin ekonomi politikalarına olan inancın zayıf olması: Enflasyonla mü­cadelenin tüm sorumluluğunu merkez ban­kasına yüklemek elbette mümkün değil. Enf­lasyonla mücadelenin bedelini azaltacak top­lumsal inancın da sadece merkez bankasına karşı değil genel ekonomi politikalarına kar­şı sağlanması gerekiyor.

Hal böyleyken, Ekim ayında Konda ile yaptığımız ankete katılan 2 bin 860 kişiden yüzde 73’ü faiz artışlarının enflasyonla mücadelede başarı sağlamaya­cağını düşünüyor. İlginç şekilde, farklı siya­si görüşlere sahip katılımcıların bu konuda fikir birliği içinde olduğunu görüyoruz. Yine benzer bir soruda katılımcıların yüzde 53’ü genel seçimler sonrası uygulanan ekonomi politikalarına “kesinlikle güvenmediğini” söylüyor.

-Enflasyonun seviyesinin yüksek ol­ması: Enflasyon arttıkça, onu düşürmek için gerekli olan sıkılaştırma da o kadar yüksek ve uzun süreli olacağı için reel ekonomi üzerin­deki tahribat artıyor. Özellikle işletme ser­mayesi ihtiyacını kredi piyasalarından temin eden özel sektör, artan maliyetlerle birlikte hayatta kalmakta zorlanıyor.

-Yapısal olarak yüksek kalan işsizlik ve düşük üretkenlik sorunu: İşsizliğin hızlı büyüme dönemlerinde bile yüzde 8 alt bandının altına düşemediği bir ortamda, sı­kı para politikasının yaratacağı döngüsel iş­sizlik artışına tahammül de zayıflıyor. Yapı­sal işsizliği azaltacak, üretkenlik artışı ile hem işsizliği düşürüp hem de reel ücretle­ri enflasyon yaratmadan artıracak politika adımları gelmedikçe enflasyonla mücadele­nin maliyeti artıyor.

-Vergi sistemindeki sorunlar: Doğru­dan vergi toplamakta zorlanan maliye poli­tikasının enflasyonist dolaylı vergilere aban­ması gelir dağılımını bozarak kemer sıkma politikalarına tahammülü zorlaştırıyor.

Görünen o ki, ağır bir enkaz devralmış olan merkez bankasının attığı şahin adımlar, enf­lasyonla mücadelenin maliyetini hafiflete­cek bir güven kazancı sağlamaya yetmedi. Bu şartlarda reel sektöre biraz ‘nefes aldırmak’ amacı ile faiz indirimlerine başlanmasını an­lamak mümkün olsa da, bu kararın bizler için daha uzun bir süre enflasyonlu hayata devam etmek anlamına geleceğini not etmek lazım.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
2025’den beklentiler 25 Aralık 2024