Enflasyonu anlamak: Gelir dağılımı ve sosyal etkileri
Deniz METİN
5 Temmuz tarihinde TÜİK tarafından açıklanan 12 aylık enflasyon bir önceki aya kıyasla 1,38 puan artışla yüzde 38,21 olarak gerçekleşti.
Politika faizi 20 Temmuz tarihindeki PPK toplantısı neticesinde 2.500 baz puan artışla yüzde 17,5 olarak belirlendi. Bunlar ne anlama geliyor? Bu yazımda enflasyon ve onun sosyal etkileri, mücadele yöntemleri hakkında bilgi vereceğim. Hazırsanız başlayalım.
Enflasyon, genel fiyat seviyelerinde sürekli bir artış ve buna bağlı olarak paranın alım gücünün düşüşünü ifade eder. Yani, aynı miktarda para ile daha az mal veya hizmet alabiliriz. Örneğin, bir yıl önce 5 TL'ye aldığı bir ekmeği, Hüseyin Amca bugün 10 TL ödeyerek alabiliyorsa, burada yüzde 100'lük bir enflasyon var demektir. Ve eğer geçen sene aylık maaşıyla 1.100 birim ekmek alabilen Hüseyin Amca, bu sene maaşındaki artışa rağmen sadece 1.000 birim ekmek alabiliyorsa, reel olarak alım gücünün düştüğünü söyleyebiliriz. Bu enflasyonun gelir dağılımı üzerindeki olumsuz etkisini ifade eder.
Peki ya enflasyonun hiç mi faydası yoktur? Bir miktar enflasyon iç piyasada talebin yüksek olması durumunda bazı avantajlar sağlayabilir. Örneğin, bir işletmeniz var ve ürünlerinize sürekli talep geliyor, bu durumda yeni yatırımlara yönelebilirsiniz. Ancak, eğer ülkenizde yeterli sermaye birikimi yoksa, yeni yatırım için dış kaynağa ihtiyaç duyarsınız.
Ve bu durum akıllıca yönetilmediği sürece sadece dış borç stoğunun artmasına ve uzun vadede dışa bağımlı bir ekonomi olmanıza neden olur. Ama ülkenizde yeterli kaynak var; talep ise para ve maliye politikaları ile kontrol edilebiliyorsa o zaman talebin yüksek olması hızlı büyümeye yol açabilir.
Türkiye'de yaşanan enflasyon, hem arz hem de talep yönlü etkenlerle şekillenir
Enflasyonun iki şekilde talep ve arz yönlü olmak üzere iki şekilde ortaya çıkmaktadır. Talep yönlü enflasyon, talebin arzı aşması ve bunun sonucunda fiyatların artmasıdır. Arz yönlü enflasyon ise üretim girdilerinin fiyatlarının artması veya üretimin düşmesi gibi sebeplerle maliyetlerin yükselmesi ve bunun fiyatlara yansımasıdır. Türkiye'de yaşanan enflasyon, hem arz hem de talep yönlü etkenlerle şekillenir.
Yabancı yatırımcıların yüksek reel getiri beklentisi ile Türkiye'ye getirdiği sermayenin, reel faizlerin yetersiz olması nedeniyle çekilmesi ve bu nedenle döviz fiyatlarının artması, ithal girdi fiyatlarını yükseltmiştir. Ayrıca faizlerin enflasyonun altında kalması nedeniyle alternatif piyasalar olarak borsa ve gayrimenkul yatırımlarına yönelen yerli yatırımcılar, gayrimenkul fiyatlarını arttırmış, bunun doğal sonucu olarak kira fiyatlarını arttırarak maliyetler üzerinde arz yönlü enflasyonu tetiklemiştir.
Bununla birlikte, faizlerin enflasyonun altında kalması nedeniyle bankalar, Merkez Bankası'ndan daha düşük maliyetle kaynak sağlayarak, bu kaynak ile ucuz kredi verme imkanı bulmuşlardır. Bu durum piyasada para arzını artırmış ve daha önceden ertelenen ihtiyaçların; ucuz kredi ile finanse edilebilmesi ve beklenen yüksek enflasyon sebebiyle öne çekilmesi nedeniyle talebin artmasına, dolayısıyla fiyatların daha fazla yükselmesine neden olmuştur. Bu da ülkemizdeki talep yönlü enflasyona neden olmuştur.
Bu çerçevede, enflasyonun kontrol altına alınması ve düşürülmesi için, makro ekonomik dengeler göz önünde bulundurularak enflasyonun altında kalmayacak bir faiz oranının belirlenmesi, kamu harcamalarında tasarrufa gidilmesi gerekmektedir. Bu, uzman bir ekonomi yönetimi tarafından yürütülmesi gereken karmaşık ve hassas bir süreçtir. Yoksa ne faiz sebep enflasyon sonuç ne de enflasyon sebep faiz sonuçtur. Akıllı yönetim sebep refah sonuçtur.