Enflasyonla doğru mücadele nasıl olmalı?
Başlıca sorunumuz nedir? Fed’in faiz artırım sürecine girmiş olması, ve bu nedenle de küresel dolar likiditesi azalırken, bizim gibi gelişmekte olan ülkelerden para çekilmesi ve bunun yarattığı devaluasyon-enflasyon sarmalı.
Türk Lirası’nın bu durumdan diğer gelişen ülkelere göre daha çok etkilenmesinin sebebi nedir? Türkiye kronik cari açık ve özel sektörün yüksek miktardaki döviz borçluluğu nedeniyle diğer GOP’lardan negatif yönde ayrışmaktadır. Bunun üstüne Merkez Bankası’nın özerk hareket edemediği ve tepki göstermekte geç kaldığı “algısı” da eklenince (her ne kadar bu “algı” son faiz artırımıyla kırılmış olsa da) TL diğer paralardan daha fazla etkilenmiştir. Bir de tabii papaz krizi, Halk Bankası’na ceza gelme olasılığı ve ABD’nin yaptırım tehditleri de TL’nin “aşırı” zayıflamasına katkıda bulunmuştur. Bu “aşırı” değer kaybı nedeniyle açık pozisyon taşıyan şirketler ve bunlara kredi vermiş olan bankalar da “riskli” konuma düşmüşlerdir. Bu durum da bankaların döviz borçlarını çevirmekte (roll-over) problem yaşama ihtimalini yükselterek döviz üzerinde ek bir baskı oluşturmaktadır.
Çözüm nedir? Öncelikle dış siyasi nedenlerle TL’de oluşan aşırı zayıflamanın bertaraf edilmesi gerekir. (Tüm yorumcular dış siyasette sağlanacak kalıcı bir uzlaşmanın dolar kurunu 5.50’ler seviyesine çekeceği konusunda hem fikir.) İktisadi olarak neler yapılabileceğine gelirsek: Her malda olduğu gibi dövizde de fiyatlar arz-talep dengesinin bozulmasıyla yukarı çıkar. Son dönemde döviz arzı azalırken, döviz talebi de artmıştır. Döviz arzını artırıp talebi kısmanın tek yolu TL’nin reel getirisini (=faizleri) artırmaktır. Bununla birlikte, 2008 krizinden beri giderek daha fazla gevşemiş olan maliye politikasında da mali kural bazlı bir sıkılaştırma hem ulusal tasarrufları artırması açısından, hem de piyasalara vereceği sinyal etkisi bakımından iyi olur(du). Enflasyona karşı alınacak diğer tüm tedbirler palyatif, zorlama ve piyasanın fiyat mekanizmasını bozucu yönde olmaya mahkumdur.
Türk Lirası’nın mantıklı bir seviyeye geri çekilmesi gerek döviz borcu olan şirketlerin, gerekse de onlara borç vermiş olan bankaların toparlanması için gereklidir. (Hangi seviye bunun için yeterlidir diye sorarsanız, 5.00 civarı iyi bir hedef olabilir derim.) Böylece yabancı kuruluşların da roll-over ve yeni kredi verme konusunda elleri rahatlamış ve TL üzerindeki bir başka baskı unsuru da ortadan kalkmış olacaktır.
Biz ise ne yapıyoruz? “Enflasyonla Topyekun Mücadele Programı” adı altında üreticilerden fiyatlarını en az yüzde 10 azaltarak öz veride bulunmalarını istiyoruz. Hatırlatırım, Eylül itibarıyle TÜFE 24.5 iken üretici fiyatlarındaki artış yüzde 46.2 oldu. Aradaki fark hiç bu kadar yüksek olmamıştı. Üreticiler kârlarını koruyabilmek için fiyatlarını artırmak zorundalar. Biz ise fiyatlarını düşürterek hem onların kârlarını düşürmüş, hem de tüketici kesimine zımni bir transfer yapmış oluyoruz. Şirketlerin elde ettikleri kârların azalarak tüketimin artması aynı zamanda milli tasarruf oranının da azalması (=cari açık) anlamına geliyor. (Kullandıkları krediler için ödedikleri faizlerin yüzde 10 düşürülmesi şirketlerin bu kayıplarını telafi etmeyeceği gibi banka bilançolarıyla ilgili yeni sorular ortaya çıkartacaktır.)
Salı günü beyan edilen enflasyonla mücadele programının en büyük eksikliklerinden birisi de bu programın uygulanması sonucunda kamu maliyesinin menfi yönde ne kadar etkileneceğinin bir hesabının ortaya konmamış olmasıdır. Yapılmayan zamlar, dondurulan akaryakıt fiyatları, kısa vadeye çekilen KDV ödemeleri, vs., bunların hepsinin kamu maliyesi üzerinde menfi etkileri olacaktır. Sonuçta, YEP’teki 2018 hedeflerinin tutturulması bence şimdiden imkansızlaşmıştır.