Enflasyon ve sebep-sonuç

Açıl SEZEN
Açıl SEZEN Dünyanın Parası [email protected]

Enflasyonla mücadele, Türkiye’nin önceliği haline geldi ve bu çok umut verici.

Enflasyonu durdurmaya, geriletmeye yönelik atılan her adımı desteklemek, yanında olmak gerekir.

‘Keşke sorun aylık %6.3’lük enflasyonla karşımıza çıkıp artık sorun olduğunu bağırmadan görseydik” denilebilir. Ve bu haklı bir eleştiri olur.

Ancak sorunun varlığını kabul etmek, çözmenin önemli bir parçası.

Bunu kabul ettiğimize göre, şimdi çözümü tartışabiliriz.

Yükselen ve daha da yükselebilecek enflasyonla mücadele etmek için toplumsal bir uzlaşı var. Siyaset kanadından gelen indirim çağrılarının tüm özel sektör tarafından bu kadar desteklendiği bir dönem ben kendi adıma hatırlamıyorum.

Elbette ekonomideki soğumayı, talepteki ani duruşu gören özel sektörün fiyat indirimleri yoluyla hareket sağlamaya çalışması makuldür.

Siyasetin seçime altı ay kala ön alması da beklenendir.

Ancak mücadeleye başladığımız yerin neresi olduğu, başarının ana faktörüdür.

Evinizin yolu her daim çamur oluyor ve her evden çıktığınızda ayağınız çamura bulanıyorsa, her gün bunu silmek yerine çamuru kurutup yolunuza asfalt dökmeye çalışırsınız.

Çünkü ayağınızın çamura bulanması sonuçtur.

Ve bunun bir sebebi vardır.

Sebebi gidermeden sonuçla uğraşmanın başarıya götürdüğü kimseye rastlayamazsınız.

Enflasyonla mücadele adına bugüne kadar attığımız adımlara bakalım:
- Fiyat kontrolü yapmak üzere marketlere zabıta salmak
- Tüm ülkeye yayılan dev bir indirim kampanyası yapmak.

Bugün yaşadığımız devasa enflasyonun birkaç sebebi var.

İlki yurtdışından Türkiye’ye akan sermayenin duruşudur.

İkincisi, yıllardır üzerinde çalışıldığı söylenmesine rağmen gıda enflasyonunu giderecek hamlelerinin yapılamamasıdır.

Üçüncüsü, tüm uyarılara rağmen ekonominin aşırı ısınmasına izin verilmesidir.

Fiyatların artışı, tüm bu bileşenlerin yarattığı sonuçtur. Tüm bu faktörleri ortadan kaldırmadan yapılacak her şey, iyi niyet çerçevesinde kalacaktır.

Tasarruflarının milli gelire oranı sadece %22’lerde (bu rakam yeni seriyle ve benim için bu kısmı hiç inandırıcı olmadı. Eski seri ile %14 idi ve ben buna daha makul bakıyorum).

Türkiye’nin en büyük holdinglerine sanayi devlerine akreditif açılamıyor

Hem tasarrufları düşük hem de sermayesi kıt olunca, herhangi bir memleketin tek şansı, diğer ülkelerin tasarruflarına talip olmaktır.

Biz de, zorunda olduğumuz için, bunu yapıyoruz.

Hem hammadde eksiğimiz hem de enerji açığımız dikkate alındığında, her sene dolgun bir miktar yabancı para girişine ihtiyacımız var. İthalat bağımlılığımızın yüksekliği de bunu artırıyor.

Yaptığımız gerek ekonomik gerekse iletişim temelli yanlışlar, siyasetin son yıllarda sürekli ekonominin önüne geçmesi, seçimlere yönelik teşviklerin yarın yokmuşçasına dağıtılması, yabancı yatırımcı gözünde Türkiye’yi “sorunlu ülke” haline getirdi.

Ağustos’un 10’undaki kur atağından sonra özellikle Avrupa ve Amerikalılar için Türkiye pozisyonları ve buraya açtıkları krediler “toksik” kategorisine sokulmaya başlandı.

Türkiye’nin en büyük holdinglerine, sanayi devi şirketlerine akreditif açılamıyor.

Bankaların kredibilitesi, sermayesi nispeten güçlü olduğu için, onlar borçlarını çevirebiliyor, uluslar arası piyasadan borçlanabiliyor. Ama aynısını şirketler için söylemek mümkün değil.

Bu şirketler kötü olduğu için olmuyor. Yabancı bankaların yönetim kurulları, kendilerine yönelen baskının artmasından endişe ettikleri ve ECB dahi Türkiye pozisyonu üzerine stres ölçümü yaptığı için, ekstra Türkiye yükü taşımak istemiyorlar.

Doğrudan Avrupa bankalarından borçlanmakta güçlük çektikleri için banka dışındaki “fon sağlayıcı alternatif kurumlara” yönelmek zorunda kalıyorlar.

Bugün dolar bazında %14-15’lerle bu alternatif kredi piyasasından borç almak zorunda kalan şirketler var.

Maalesef bu söylediğim, anlı şanlı birçok holding için de geçerli. Çok daha yüksek teminatlar, kefaletler ile borç bulmak zorunda kalıyorlar.

Zira ihtiyaç duydukları kaynağı Türkiye’de gerek maliyet gerekse vade olarak bulmak mümkün değil.

Dolayısıyla ülkeye döviz akışında sorunumuz var ve bu güven sağlanana kadar devam edecek.

Marketlerde fiyat kontrolü yapmanın güveni sağlamaya yardımcı olduğunu söylemek zor

Market zincirlerinde zabıta ile fiyat kontrolü yapmanın bu güveni sağlamaya yardımcı olduğunu söylemek kolay değil.

Uluslar arası basında, televizyonlarda gösterilen zabıta videoları, tartışma programlarında müstehzi gülümsemelere sahne oluyor.

Türkiye’ye para getirmesini beklediğimiz yabancı fon yöneticileri de tartışma programlarında bu müstehzi gülümsemeleri maalesef paylaşıyor.

Topyekün Mücadele kampanyası, fiyatların artışını belirli bir noktada durdurabilmek için faydalı olabilir. Ancak gerekçeleri ortadan kaldırmadığımız müddetçe fiyat artışını yeniden görmemiz kaçınılmaz olacak.

Eğer maksat ilk etapta bir üç ay, sonra bir üç ay daha %10 indirim kampanyası rüzgarı estirerek seçimleri atlatmak değil, enflasyonla gerçekten mücadele etmekse, yapılması gereken daha fazla şeyin olduğu, kampanya ile satın alınan zamanın doğru kullanılması gerektiği ortada.

Keza aynı şey Bankalar Birliği’nin “6 ay geri ödemesiz” kredi yapılandırmaları için de geçerli.

Daha önce Merkez Bankası’nın yaptığı faiz artırımlarıyla zaman satın aldık, ancak bunları doğru şekilde kullanamadık.

Faiz artışı sürerse, boğulan ekonomi daha da daralır

Şimdi öyle bir noktaya geldik ki, Merkez Bankası daha da fazla faiz artırırsa zaten boğulan ekonomiyi daha da daraltmak zorunda kalacak.

Merkez Bankası faiziyle enflasyon arasında daha 3 ay önce 10 yılın zirvesine çıkardığımız reel faiz, bir ayda eksiye döndü.

TCMB’nin üzerinden de bu baskıyı kaldırmamız gerekiyor.

Sıkı para politikası, sıkı maliye politikası, tarladaki yetiştirme yönteminden soğuk zincirine, tarım sigortasına kadar tüm yönleriyle doğru tasarlanmış bir tarım politikası, petrol baskısını azaltacak bir fiyatlandırma politikası… Tüm bunlar bir arada olmadığı sürece, firmaların yapabilecekleri indirimlerin de bir sonu olacaktır.

Büyük kararlar, bu tür zor zamanlarda alınır. Reformlar zor zamanlarda yapılır.

Mevsim zor, ama aynı zamanda bu reformları yapmak için fırsat da var.

Şimdi yapmazsak çok daha zor koşullarda yapmak zorunda kalacağız.

2001-2007 arasındaki dönemi rehber alıp, doğruyu tercih etme zamanı.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Eli yatırıma gitmemek... 21 Ağustos 2019
Acılara tutunmak... 03 Temmuz 2019