Enflasyon ve politika faizleri

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM [email protected]

Herhalde “enflasyon hedeflerini tutturmak gene başka bir bahara kaldı” demek yanlış olmaz. Son gelen ve her nedense piyasa tahminlerinin üzerinde çıkan (piyasa nasıl bu düşük tahminlerde bulunuyor onu da merak ediyorum doğrusu!) Nisan ayı TÜFE’si ile birlikte 12 aylık enflasyon oranı da yüzde 9.38’e yükselmiş bulunuyor. Esasen Nisan’da TÜFE’nin yüksek gelmesi şaşırtıcı değildi çünkü zaten aylardır artmakta olan çekirdek enfl asyon verileri manşet enflasyonun da paralel bir şekilde artmaya devam edeceğinin habercisiydi. Ayrıca, seçim sonrasında toparlanan güven endeksleri ile birlikte iç ekonomik aktivite de yüksek faiz oranlarına rağmen “göreceli” bir canlılık içinde. Mayıs ayında ise geçen senenin Mayıs’ına göre enfl asyonun daha yüksek gelmesi ve böylece de 12 aylık enflasyonun çift haneli rakamlara çıkması da hemen hemen kesinleşmiş gibi.

Her ne kadar son demeçlerinde MB Başkanı Başçı enflasyon gelişmelerine daha fazla vurgu yapsa da, TL’nin değer kazanmaya devam etmesi durumunda politika faizlerinde indirime yeşil ışık yakacaktır. Hükümet kanadından gelen baskıların yanısıra, zaten kendisinin de sıcak para girişinin hızlandığı daha önceki dönemlerdeki yaklaşımı da bu yönde olmuştu. Mayıs değil ama Haziran toplantısında bu yönde bir adım atılması çok da şaşırtıcı olmayacak. (Piyasanın beklentisi de bir süredir bu yönde. Gösterge tahvil faizleri nisan enflasyon verisi öncesinde yüzde 9.1’e kadar gerilemişti. Halen de yüzde 9.3 ile bu faizler fonlama maliyetinin oldukça altında.)

Ancak, senenin 2. yarısında faizlerin düşürülerek ekonomik aktivitenin artırılmasının maliyeti beklenenden çok daha yüksek olabilir. Örneğin, eğer senenin kalan aylarında aylık enflasyonun 2005-2013 yılları arasındaki aylık ortalamalar kadar artacağını varsayarsak (çok da uçuk bir varsayım değil bu) sene sonu enflasyonu yüzde 10’un üzerine çıkmış olacak.

Öte yandan, önümüzde miktarsal genişlemenin kısılmaya devam edilmesi ve nihayetinde de sonlandırılarak ABD politika faizlerinin kademeli olarak artırılması gibi bir takvim de var. Her ne kadar, bu şartlarda dahi gelişmekte olan ülkelerden para çekilmesi çok büyük bir boyutta gerçekleşmeyecek olsa da, QE’nin artırıldığı daha önceki dönemlere göre MB’nin faiz indiriminde çok daha ihtiyatlı ve hassas ayarı gözeten bir yaklaşım (=az ve kademeli bir faiz indirimi) içinde olmasında yarar var. Önceki dönemlerde, iç faizlerin düşürülmesinin TL’nda değer kaybı yaratmadığını görmüştük. Bu dönem aynı durum söz konusu olmayabilir, ve kurun yeniden dengelenme sürecinde aşırı oynaklıklar yaşanabilir.

Her halükarda, sonuçta 2014 senesi de hedefin uzak ara ile tutturulamadığı bir sene olacak. MB 2006 yılından beri geçen 9 senenin sadece biri hariç (2010 yılı) hiçbir sene enflasyon hedefini tutturamadı. Bu “enflasyon hedeflemesi” politikası güttüğünü iddia eden ekonomiler arasında bir Dünya rekoru mu bilmiyorum ama bir MB Başkanı için pek de övünülecek bir durum olmadığı açık. Son 4 senelik Başçı döneminde hedef- gerçekleşme arasındaki makasın (özellikle ortalamada çok daha düşük seyreden milli gelir artış hızları da dikkate alındığında) daha da açılmış olduğu da dikkatlerden kaçmıyor.

Açıkçası ben enflasyonun TL’nin devaluasyonu sonucunda artmasını fazla da önemsemiyorum. Eğer TL’nin yüzde 10’luk bir değer kaybı, enflasyonu bir dönem için yüzde 1.5 artırıyorsa, varsın olsun. Bu durumun TL’nın rekabetçiliğine ve dolayısıyla dış ticaret dengesine yapacağı olumlu etki, enflasyonun olumsuz etkisinin kat kat üstünde. Ancak, eğer zaman içinde $/TL’nin tekrar 2.0’lerin altına gerilemesine izin verilir ve faizler de düşürülerek iç aktivite canlandırılıp enflasyonun yüksek kalmasına göz yumulursa, resmen bir çuval incir berbat edilmiş olacak. Şöyle ki, eğer bu sene enflasyon yüzde 9 ve sene sonu kuru da 2.0 olursa, reel efektif döviz kuru yeniden 120 değerinin üzerine çıkmış olacak. Bu Türkiye’nin rekabetçiliği açısından kesinlikle doğru bir kur seviyesi değil. (Bu bağlamda, daha doğru bir strateji ise, önce döviz satış ihalelerinin azaltılması -ki şimdiden 40 milyon dolara düşürüldü-, sonrasında tamamen kaldırılması ve ihtiyaç olursa da döviz alım ihalelerine başlanması olur. Böylece, hem TL’nın fazla değerlenmesine izin verilmez, hem de net döviz rezervlerinde bir artış sağlanmış olur.)

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019