Enflasyon ve mega kentler
Ekonomiye eğer günlük kaygılarla bakarsanız çoğu zaman sadece faiz oranı, döviz kuru ve enflasyon gibi fiyat değişkenlerine takılırsınız. Hâlbuki bunların hepsi birer sonuç değişkeni. Örneğin yıllarca iktisat yazınına, üniversitelerde iktisat eğitimine ve iktisat politikalarına egemen olan neoklasik iktisat kuramına göre “enflasyon her zaman ve her yerde parasal bir olgudur”. Bu sav tümü ile doğru değil. Örneğin 2007/2008 krizi sürecinde parasal genişleme inanılmaz boyutlara ulaştı ve küresel ölçekte bir enflasyon olmadı.
Neden böyle oldu sorusuna yanıt verebilmek için sonucun geri planına bakmak gerekir. Bu düşüncemizi Türkiye örneğinden başlayarak açalım. Ülkemizde yıllık enflasyon oranı Eylül ayında TÜFE endeksine göre yüzde 11,20 düzeyinde gerçekleşti. TCMB’de hemen açıklama yaptı “enflasyondaki yükselişin nedeni gıda fiyatlarındaki artıştır”. Haklı, çünkü gıda enflasyonu yüzde 12,50’ye kadar yükseldi. Biz TCMB gibi telaşa kapılmadan, bir soru ile başlayalım. Soru şu: Neden gıda fiyatları artıyor? Elbette birçok nedeni var, aslında sorunun yanıtı için kitap bile yazılabilir. Biz bu nedenlerden birisini alıp küresel ölçekte değerlendirelim.
Nedenlerden birisi gıda üretiminin azalması (en azından kişi başına) ve kentsel alanda gıdaya olan talebin artması. Yani İstanbul’u doyurmak için her yıl daha fazla gıda üretimi ya da ithalatı yapmak zorundayız. Çünkü İstanbul tarımsal üretimden çekilmiş milyonlarca insanı barındırıyor. İstanbul bir mega kent olarak ayrıca kamu kaynaklarını da mega ölçekte tüketiyor.
Bu yapısı nedeni ile İstanbul’da bir kişiyi yaşatmanın bireysel ve toplumsal maliyeti sürekli artıyor. Basit bir örnek verelim, İstanbul’da bir kişinin işe gitme (ulaşma) maliyeti ile Kayseri’deki bir kişinin maliyeti nedir? Yanıt için çok hesap yapmaya gerek yok, Kayserili daha düşük bir maliyetle işine gidiyor. Buna benzer maliyetleri çoğaltmak mümkün (örneğin okula servisle giden çocuklarımız için yapabilirsiniz).
“Sorunun kaynağı yarattıkları canavar mega kent”
Bu tablodan yola çıkarak mega kentler yaratmanın, hem o kentlerde yaşayanlara hem de kamuya büyük sorunlar yarattığını söyleyebiliriz. Düşünün, İstanbul’a özel önem veren AKP hükümeti kentte sadece ulaşım sorunu çözmek için onlar yüksek maliyetli proje üretti. Fakat sorun çözülmedi. Çözümsüzlüğün nedeni yine hükümetlerin yapmadığı değil, yaptıkları. Hala da aynı düşünce istemi üzerinde yollarına devam etmeye çalışıyorlar. Yani sorunun kaynağının kendi yarattıkları canavar “mega kent” olduğunu göremiyorlar.
Bu davranış biçimi sadece bize özgü değil. Küresel ölçekte bu anlayış öne çıktı. Özellikle de gelişmekte olan ülkelerde. Akıllı ülkeler varolan büyük kentlerin daha da büyümesinin önüne geçtiler. Birleşmiş Milletler verilerine göre dünyada nüfusu 5-10 milyon arasında olan 47 kent var. Nüfusu 10 milyonun üzerinde olan mega kentlerin sayısı ise 31, bu kentlerin sayısının 2030'da 41’e ulaşacağı bekleniyor. Mega kent sıralamasında ilk yirminin içinde sadece 3 kent gelişmiş ülkelerden Tokyo, Osaka Japonya’dan ve ABD’den New York. Bu arada İstanbul’un da sıralamada 15. olduğunu belirtelim. BM tarafından yayınlanan rapora göre 2030 yılında da İstanbul mega kent sıralamasında yirminci olacak. Mega kentlerde yaşayanlar adı ile orantılı kamusal hizmet alıyor mu. Hayır, hatta yoksul ülkelerin bazılarında mega kentlerde yaşayanlar su bile bulamaz haldeler. Gecekondu mahallelerinde 900 milyona yakın kişi yaşıyor. Bu arada şunu da söyleyelim, gelişmiş ülkelerde de evsizlerin sayısı azımsanmayacak kadar fazla. Bu olumsuzluklara rağmen siyasal erk İstanbul’a yüklenmeye devam ediyor. Ancak halk siyasal erkten de, belediyeden de memnun. Dolayısıyla bizim yazdıklarımızı sinek vızıltısı olarak görülebilir.