Enflasyon ve maliye politikası

Ümit ÖZLALE
Ümit ÖZLALE [email protected]

Geçtiğimiz haf­ta sonunda sadece Türkiye’de değil bütün dün­yada para politika­sı ve merkez ban­kacılığı alanında yaptığı çalışma­larla söz sahibi olan meslektaşım Refet Gürkaynak Hoca enflasyonu düşürmek için talebin biraz daha kısıl­ması gerektiğini ve bunu da başta ma­liye politikası araçlarını kullanarak yapmamız gerektiğini söyledi.

Talebi daha da kısmak, yoksulluğun ve gelir dağılımındaki bozukluğun giderek art­tığı bir ortamda insanların hiç duymak istemediği bir politika önerisi olduğu için de haksız olduğunu düşündüğüm eleştiriler aldı. Ben de hem iktisatçı hem de siyasetçi olarak bu konuya yak­laşmak istiyorum.

Dünyanın her yerinde maliye po­litikası siyasetin ta kendisidir. Ba­sit bir şekilde yazacak olursak, toplu­mun farklı kesimlerinden vergi topla­yıp toplumun farklı kesimlerine farklı kalitede kamu hizmeti sunuyorsunuz. Farklı gelir gruplarının ekonomik re­fahını ve toplumdaki gelir dağılımını siyasi tercihleriniz doğrultusunda de­ğiştirmek için oldukça fazla enstrüma­nınız var. Dolayısıyla da ideal dünyada toplam talebi birden fazla maliye po­litikası aracı kullanarak kısmanız ve gelir dağılımını bozmadan enflasyonu düşürmeniz mümkün. Bu konuda sanı­rım herkes hemfikir.

Ne var ki çoktandır ideal dünyada değiliz. O yüzden de bu dönemde mali­ye politikası araçlarını toplumsal ma­liyeti en aza indirecek şekilde enflas­yonu düşürmek için kullanabilir mi­yiz? Hiç sanmıyorum. Siyasi ve teknik kapasite olmak üzere iki sebebi var.

Maliye politikası neden işlemiyor?

Başarılı bir istikrar programı için ge­niş bir mutabakat zemini oluşturmak ve özellikle dezavantajlı gelir grupla­rının desteğini almanız gerekiyor. Ko­nuyla ilgili akademik literatürde bu yönde birçok bulgu var. Oysa şu an­da maliye politikasının gözünü diktiği yer tam da destek alması gereken ke­sim. Neden? Çünkü kolay. Seçim uzak­ta ve bu kesimin kendisini savunma gücü bilinçli bir şekilde yok edildi.

O yüzden hem harcama hem de gelir ta­rafında akıllara ziyan açıklamalar du­yuyoruz. Kamu ihalelerini gözden ge­çirmemiz gereken yerde Sayın Bakan en son fırıncılar ve berberlerden şika­yet edebiliyor. Hazine garantili yap-iş­let-devret projelerinde bir düzenleme­ye gitmesi gereken yerde asgari ücret­leri daha da baskılamaya çalışıyor*. Etki analizi yaparak vergi muafiyeti ve istisnalarını azaltacağı yerde işsizler­den GSS primlerini tahsil etmeye kal­kıyor.

Neden? Yukarıda da söylediğim gibi maliye politikası siyasidir. Yaptı­ğın ve kıstığın harcamalar, sağladığın muafiyet ve istisnalar toplumda ser­maye biriktirmesini ve sırtını daya­mak istediğin kesim ile ilgili çok net bir tablo ortaya koyar. Çok basit bir ör­nek: geçen hafta hepimizi “nasıl bu ha­le geldik?” diye düşündüren yenidoğan çetesinin özünde bir siyasi tercih yatı­yor. Uzun zamandır iktidar partisi dev­letin ana işlevi olan sosyal politikaları özel sektöre devrediyor. Bu iki açıdan

 siyasi bir karar: İlk olarak devlet otoritesini kendi­ne yakın sermaye gruplarıyla payla­şıyor. Yeni serma­yedarlarının ara­sında kendi bakan ve bürokratları da var. Eski sağlık bakanlarının has­tane sahibi olma­sı, aynı rezaletin özel eğitim ve rehber­lik hizmetleri sektöründe yaşanma­sı her şeyi açıklıyor. Devlet toplumsal hayattan çekildiğinde çocuk olsun yaş­lı olsun vatandaşın sağlığı da eğitimi de özel sektörün insafına kalıyor.

İşte tam da bu siyasi tercihler yü­zünden maliye politikası araçları enf­lasyonu düşürmenin maliyetini top­luma eşit bir şekilde paylaştıramaz. Bu anlayışın izleyeceği maliye politi­kasının kamu harcamalarını gözden geçirip talebi baskılarken kendi çıkar gruplarına dokunacağını düşünmek fazla iyimserlik olur. O yüzden de top­lumsal maliyeti yüksek ve bu maliye­ti kaldırmaya gücü yetmeyen bir ge­lir grubuna yüklenen bir dezenflasyon politikası izliyoruz.

Politika oluşturma kapasitesi

Maliye politikası, bürokrasinin ta­mamında politika oluşturma kapasi­tesinin erozyona uğramasından do­layı da başarılı olamıyor. Buna en iyi örneklerden birini geçen hafta kredi kartı limitinden savunma sanayi fonu­na kaynak aktarma teklifinde yaşadık. Teklifin ciddiye alınabilir bir tarafı yok. Başta vergi kavramı olmak üzere ekonominin temelleriyle bağdaşma­yan saçma bir öneri… Beni daha çok düşündüren ise bu önerinin bürokra­sinin en alt kademesinden Bakanlık katına kadar gelirken hiçbir akıl filtre­sinden geçmemesi. Fikrin kendisi ka­dar düşündürücü! Diyelim ki bu fikir bakanlığa yeni atanmış ve ekonomi bi­liminde nasibini almamış birinin aklı­na geldi.

Daha sonra bu kişi bu fikrini amirle­rine anlattı. Onlar da bu fikri kayda de­ğer bulup detaylı bir analiz yaptılar ve Bakanlık makamına sundular. Burada da danışmanlar ve bakan yardımcıla­rı bu kanun teklifini değerlendirip Ba­kanın ve Cumhurbaşkanlığının onayı­nı aldıktan sonra bir milletvekilinden kanun teklifi olarak TBMM’ne sunma­sını istediler. Ve bütün bu karar alma süreçlerinde bu dahiyane fikir herhan­gi bir itiraz görmedi. Çünkü itiraz gel­se, Sayın Hazine ve Maliye Bakanı ile Cumhurbaşkanı Yardımcısı bu kanun teklifini Plan ve Bütçe Komisyonu’n­da görüşüleceği günün sabahında sa­vunmazdı.

Yazının başına dönersek, işte tam da bu yüzden ben bu maliye politikasının enflasyonu düşüreceğine ya da diğer hedeflere ulaşabileceğine dair şüphe­liyim. Belli ki bu yönetim sisteminde ve bürokrasinin geldiği bu noktada po­litika önerileri devletin akıl ve tecrü­besine yakışır bir akıl filtresinden geç­miyor. Bu özensizliğin maliyetini de bütün bir ülke ödüyor.

*Bir örnek vereyim: bu sene hazine garantili ödemelere ayrılan bütçe ile devlet okullarında okuyan bütün öğ­rencilere iki öğün bedava yemek ve­rebilir ve yoksullukla etkili bir şekilde mücadele edebilirdik.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Sahi biz ne yaşıyoruz? 18 Eylül 2024
Eğitim şart mı? 11 Eylül 2024