Enflasyon ve cari açık sıkı para politikasını zorunlu kılıyor

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com



Merkez Bankası Nisan başında doğalgaz ve elektrik fiyatlarına yapılan zamların aylık enflasyonu 0.50 puan kadar yukarı çekeceğini önceden duyurarak piyasalarda "negatif" bir sürpriz oluşmasının önüne geçmeye çalışmıştı. Ancak, sonuçta açıklanan %1.52 oranındaki aylık TÜFE rakamı açıkçası bu "düzeltilmiş" beklentilerden de yüksek geldi. Eğer bu "hesapta olmayan" %0.5'lik fark olmasaydı da, enflasyon %1.02 ile geçen senenin aynı ayının 0.15 puan kadar üzerinde oluşacaktı. Bu oran enflasyonun tek hanelere çekildiği son 8 yılın Nisan ayı ortalaması olan %0.87'nin de aynı miktarda üstünde. Kısacası neresinden bakarsanız bakın enflasyonda sevimsiz bir yükseliş söz konusu.

Tabii, bu ekstra artış için gıda ve enerji fiyatlarının tahminlerin üzerinde seyretmesi gibi bir açıklama getirilebilir (ki gerçekten de son 12 ayda "taze meyve-sebze" %22.2, enerji ise %16.1 artmış vaziyette.) Ancak bu ürünlerin dışarıda bırakıldığı özel kapsamlı TÜFE göstergelerinden "H" endeksi de bu ay %8.6'ya yükselmiş vaziyette. Öte yandan bizimle aynı ligde olan "enerji ithalatçısı" konumundaki diğer gelişmekte olan ülkelere baktığımızda enflasyonun bu oranlarda yükselmediği de görülüyor. Bir iki örnek verirsek, Mart ayı itibarıyle 12 aylık enflasyon Polonya'da %3.9, Çin'de %3.6, Güney Kore'de %2.5 ve Güney Afrika'da %6.0 oldu. Bu noktada belki bir ödünleşmeden (trade-off) söz edilebilir. "Evet, Türkiye'nin enflasyonu daha yüksek ancak aynı dönemde Türkiye'nin GSMH büyümesi de diğer ülkelerin çoğundan daha yüksek oldu" denilebilir. Açıkçası ben de, fiyatlamalarda ileri-doğru (forward-looking) endeksleme kullanılmadığı ve işçilik ücretlerinde enflasyonun üzerine çıkan bir artış görülmediği sürece, bu düzeydeki bir enflasyonun etkilerinin tolere edilebilir olduğunu düşünmekteyim. Bizim 1975-2001 yılları arasında yaşadığımız yüksek enflasyonun dinamikleri, bugünkü enflasyonun dinamiklerinden oldukça farklıydı. Nihayetinde, özellikle kamu maliyesi sağlam tutulduğu ve MB para basarak kamuyu fonlamadığı sürece, Türkiye ekonomisinin yeniden böyle bir sürece gireceğini de kesinlikle düşünmüyorum.

Ancak, bu bugün herşeyin problemsiz olduğu anlamına da gelmiyor. Merkez Bankası geçen senenin ilk yarısında TL'deki istemli değer kaybını neden yapmıştı? Hızla rekora koşan cari açığımızı daha makul seviyelere çekebilmek için. (Tabii, bunu yaparken, yılın 2. yarısında istem-dışı bir devaluasyon daha yaşanacağını hesaba katmamıştı.) Ancak, bugün geldiğimiz noktada görüyoruz ki, ister istemli, ister istem-dışı olsun devaluasyon ne cari açıkta, ne de Türkiye'nin ticaret haddinde etkili ve kalıcı bir düzelme sağlamıyor. Nitekim, TİM verilerine göre Mart ayında gerileyen ihracatımız Nisan ayının başında da iyi sinyaller vermiyor. Ticaret yaptığımız ülkelerin kurlarına göre TL'deki reel artış üzerinden hesaplanan ve kur açısından rekabetçiliğimizi ölçen "Reel Efektif Döviz Kuru Endeksi" de Ağustos ayında en düşük değerini gördüğünden beri yükseliş içerisinde. Yani, devaluasyonun sağladığı "geçici" rekabetçi kazanımları hızla geri vermekteyiz.  

Enflasyondaki belirgin yükselmeye karşılık, bu durum henüz "beklenti"lere de yeteri ölçüde yansımamış vaziyette. Mayıs ayının ilk beklenti anketinde yıl sonu ile ilgili enflasyon tahminleri %7.62 ile yerinde saydı. Bunda, herhalde Merkez Bankası'nın enflasyon konusunda artan vurgusunun da etkisi oldu. Ancak, yılın ilerleyen aylarında pozitif ve negatif yönde oluşacak olan "baz etkileri" de dikkate alındığında, bugünkü "sıkı" görünümlü para politikası "kesintisiz devam ettirilse dahi" enflasyonun %8.5'in altına çekilmesinin çok zor olduğu görülüyor.

Her ne kadar son gelen Mart ayına ilişkin üretim rakamları hâlâ ekonomide bir miktar pozitif büyüme olduğunu göstermekte ise de, büyümenin oldukça cılızlaşmış olduğu yadsınamaz. Öte yandan, enflasyondaki yüksek seyrin devam edecek olması ve azalan ihracat nedeniyle cari açığın da istenen boyutta daraltılamayacak olması Merkez Bankası'nın gerek döviz kurları, gerekse de iç talep artışı konusunda son derece dikkatli olmasını zorunlu kılmakta. Bu şartlar altında, S&P'nin Türkiye notunun "mutlak" değerinin yanlışlığını savunmaya devam etsek bile, ekonomideki görünümü pozitiften durağana çekmiş olmasına çok da hayret etmemek gerekiyor.
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019