Enflasyon son 14 yılın en yüksek seviyesinde
Normal şartlarda yukarıdaki başlığı okuyan biri biraz irkilir, "Acaba Türkiye ekonomisinde bir şeyler yanlış mı gidiyor?" diye kendine sorar. Ancak, maalesef Türkiye'de ne piyasa ekonomistleri ne de siyasetçiler enflasyonun bu gidişatı karşısında pek de alarme olmuş değiller. Sanki 2 haneli enflasyon normalmiş, bu durumun ekonominin diğer bileşenlerine herhangi menfi bir etkisi olmazmış gibi bir vurdumduymazlık söz konusu. (Belki bu konuda endişe duyan tek kesim çarşıda pazarda sepetini daha pahalıya doldurmak zorunda kalan ve ücret artışlarının enflasyona yenileceğinin bilincinde olan orta ve alt sınıflar.)
Son veri ile birlikte TÜFE'nin (Temmuz'daki 9.80'i saymazsak) kesintisiz olarak 11 ay boyunca yüzde 10 değerinin üzerinde kalacağı kesinleşmiş bulunuyor. (Bu da ortalama enflasyonu son 14 yılın en yüksek seviyesine taşıyor.) Gerek çekirdek enflasyon değerlerinde görülen hızlı artış, gerekse de Yİ-ÜFE'deki yükseliş, önümüzdeki ayların TÜFE rakamları için iyimser olmayı imkansız hale getirmiş durumda.
Mutlaka ki enflasyonun içsel olduğu kadar dışsal sebepleri de olabilir. Özellikle küresel likiditenin aşırı bol olduğu ve emtia fiyatlarının yüksek oranda arttığı dönemlerde enflasyon düzeyi de küresel ölçekte artabilir. Ancak, bizimle aynı kulvarda yarışan 13 kadar gelişmekte olan ülkeyi ele alırsak, biz de dahil bu ülkelerin 2005 yılı enflasyon ortalaması yüzde 5.6 iken, bu sene bu ortalamanın yüzde 4 civarında gerçekleşmesi bekleniyor. Üstelik bu sene Hindistan ve Rusya gibi geçmişte yüksek sayılabilecek enflasyon oranlarına haiz olan ekonomiler bu oranlarını yüzde 2.50'nin bile altına çekmiş durumdalar. Kısaca enflasyon performansında Türkiye bu ülkelerden ciddi şekilde negatif yönde ayrışmakta.
Bundan 5 ay önce bu köşede 2017 yılı enflasyon oranının 2 haneli bir seviyede gerçekleşmesinin kaçınılmaz olduğunu ifade etmiştim. O günlerde MB'nin yayınladığı beklenti anketine göre yılsonu enflasyon beklentisi yüzde 9 civarındaydı. Ağustos ortasında yayınlanan son ankette ise beklenen oran yüzde 9.46 idi. Ağustos enflasyonu yayınlanmadan hemen öncesinde piyasanın aylık oran beklentisi yüzde 0.15'ti, gerçekleşme ise yüzde 0.52 oldu. Piyasanın enflasyon tahminleri de gerçeklerden oldukça uzağa düşmüş vaziyette.
Halbuki sadece 2 parametreye bakarak bile Türkiye'de enflasyonun yükselme eğilimi içerisinde olduğunu görmek mümkün. Birinci nokta kurlar. Her ne kadar son 3 haftadır küresel risk iştahındaki artışla birlikte Türkiye dahil pek çok gelişmekte olan ülke parası değer kazanmışsa da, TL döviz sepeti bazında halen geçen seneye göre yüzde 20 kadar değer kaybetmiş durumda. Üstelik bu değer kaybı son 4 senedir devam etmekte. Mayıs 2013'e göre kur sepetindeki değer kaybı yüzde 82. Aynı dönemdeki kümülatif enflasyon ise yüzde 42. Demek ki, maliyetler üzerinde halen kur baskısı devam ediyor. İkinci faktör ise iç tüketim ve büyümede görülen canlanma. Bu canlanma kamu harcamalarındaki ve kamu destekli kredilerdeki artış sayesinde oldu. Ancak, ekonomide uzun süredir makine-teçhizat yatırımı yapılamadığı biliniyor. Bu durum, bir noktada üretim maliyetlerine tesir edecektir. Ayrıca özellikle işletme sermayesi ihtiyacı ile borçlanan pek çok üretici bu borçları ödeyebilmek için ürün fiyatlarına zam yapmak zorunda. Son olarak da, büyümedeki canlanmanın cari açığı artırması, ve bu durumun da döviz kurları üzerinde ek bir baskı kurması da olasılık dahilinde. Bu şartlar altında ileriye dönük enflasyonda kalıcı yönde bir azalma senaryosu öngörmek oldukça zor.
Türkiye'de ise enflasyon analizi hep belirli sektörler (örneğin tarım ve/veya gıda), bunu da bıraktım spesifik kalemler üzerinden (sivri biber, patlıcan) yapılır. Halbuki enflasyon (TÜFE) tanım itibarıyle ortalama bir tüketicinin harcadığı tüm ürünlerin fiyatlarında belirli 2 dönem arasında meydana gelen değişimlerin o ürünlerin toplam tüketim sepetindeki ağırlığına göre bulunan ortalamasıdır. Enflasyon tümevarım yöntemiyle ne doğru dürüst anlaşılabilir, ne de çözülebilir. Daha önce de söyledim, kronik enflasyona ‘Gıda ve Tarımsal Ürün Piyasaları İzleme ve Değerlendirme Komitesi' gibi oluşumlarla çözüm bulunamaz. Gıda üretimi belki de serbest piyasa ekonomisi şartlarının ve fiyat mekanizmasının en güçlü şekilde tezahür ettiği sektörlerden biridir. Yapılacak piyasa-dışı müdahelelerle bu sektördeki fiyat artışlarının önüne kalıcı bir şekilde geçilebileceğini düşünmek yanlış. (Böyle bir komite sektördeki bazı verimsiz uygulamalara el atar, varsa toptancı monopsonilerini (alıcı tekeli) kırar, ve belki gıda fiyatlarının "reel" düzeyini bir miktar geri çekebilir, ama gıda enflasyonunu önleyemez.)
Enflasyon oranı kabul edilebilir değerlere (buna da bizim ligimizdeki ülkelerin ortalaması, yani yüzde 4 diyelim) düşmediği sürece bir ülke ekonomisinin normalize olduğunu söylemek imkansız.