Enflasyon problem olmaya devam ediyor
Türkiye ekonomisinde pek çok zafiyetten bahsedilebilir. Enflasyonun son dönemdeki seyri de bunlardan biri. Mamafih, enflasyon uzun süredir istenilen seviyelere gelemiyor. Hiper enflasyonun sonlandığı 2003 senesinden sonra 2004-2014 arasında ortalama enflasyon oranı yüzde 8.2 oldu. Merkez Bankası’nın web sitesine bakarsanız 2011-2014 arasında yıllık hedefl enen enflasyon ile gerçekleşme arasında yüzde 3’den fazla bir fark olduğunu görmekteyiz. Bu sene de yüzde 5 hedefine karşılık enflasyon gene yüzde 8’in (oldukça) üzerinde gerçekleşecek.
Aslında sene başında enfl asyon beklentileri daha makul seviyelerdeydi. Şubat ayında Beklenti Anketi’ne göre sene sonu enflasyon beklentisi yüzde 6.77 idi. Ancak ay be ay enflasyonun beklentilerin üzerinde gerçekleşmesi ile Mayıs anketinde sene sonu beklentisi yüzde 7.50’ye yükselmiş bulunuyor ki, bu oranın da oldukça iyimser kaldığını düşünüyorum. (Dün bizzat Sn. Babacan katıldığı bir TV programında enfl asyonun 2 hanelere göz kırpmaya başladığını ve bunun tahammül edilebilir bir durum olmadığını itiraf etti.)
Ancak 2004-2011 yılları arasında enflasyonun (göreceli) yüksek seyri ile son 3 yıldaki yüksek seyri arasında temel bir farklılık söz konusu. Bilindiği gibi, bu ilk dönemde Türkiye’nin büyüme hızı da oldukça yüksek bir seviyede gerçekleşmişti (ortalama yüzde 5.4). Aynı zamanda, bu dönemde enflasyon oranımız gelişmekte olan ülkelerin tamamına göre yüzde 28 kadar daha yüksekti. Son 3 seneye baktığımızda ise büyüme oranımız yüzde 3’e gerilerken, enflasyon oranının ise gelişmekte olan ülkelere göre yüzde 49 daha yüksek bir seviyede seyrettiğini görüyoruz. Bu sene ise pek çok gelişmekte olan ülkede dezenflasyonist bir süreç yaşanmakta olduğunu da dikkate aldığımızda, bu fark kuşkusuz daha da açılacaktır.
Son dönemlerde talep tarafında bir baskı görülmemesine ve küresel enerji fiyatlarında gerileme yaşanmış olmasına rağmen enflasyonun yüksek seviyelerde sürmesi ve hatta daha da artmış olması önemli bir probleme işaret ediyor. Merkez Bankası ve hükümet bu durumdan özellikle gıda fiyatlarındaki artışı sorumlu tutuyor. Gerçekten de 2011 sonundan bugüne kadar kümülatif olarak TÜFE yüzde 42 artarken, gıda ve alkolsüz içkiler harcama grubundaki artış yüzde 56 oldu. Ancak aynı dönemde BM Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) küresel gıda fiyatları endeksi yüzde 26 gibi çok yüksek bir oranda düşüş kaydetmiş bulunuyor! Evet, özellikle geçtiğimiz sene meteorolojik sebeplerle de tarımsal üretimde bir gerileme (yüzde -1.9) söz konusu oldu. Ancak, küresel fiyatlardaki eş zamanlı hızlı düşüş dikkate alındığında, Hükümetin fiyatları kontrol açısından iyi bir yönetim göstermediği de ortada.
Tabii, enflasyonun son dönemdeki artışı ile ilgili diğer bir açıklama da, TL’nin değer kaybının yarattığı geçişkenlik etkisi. Bu etkinin tam olarak ne kadar olduğu hep bir tartışma konusu olmuştur. Bu etki devalüasyon oranının büyüklüğü ve hüküm süren ekonomik canlılığa göre değişiklik göstermekte. Bugünkü şartlarda yüzde 20 gibi bir geçişkenlik oranının makul olduğunu düşünüyorum. Bu da devalüasyonun bugünkü seviyelerde kalması durumunda enflasyona senelik yüzde 1.5 kadar etki yapacaktır.
Peki, bu sene enfl asyon nereye koşuyor sorusunun cevabı ne olabilir? Geçen senenin ilk 4 ayında enflasyon göreceli olarak yüksek seyretmiş olmasına rağmen, bu sene düşük geçmesini beklediğimiz bu aylarda bile enfl asyon geçen senenin üzerinde. Öte yandan, geçen sene mayıstan itibaren ekim ayı dışında enflasyon oranları oldukça düşük düzeylerde seyretmişti. Bu duruma bir de ithal hammadde ve ara mallarına yeni yeni yansıyan döviz kurlarındaki artışların gecikmeli etkisini ve de doğalgaz ve elektrik gibi seçim sonrasına kalan bazı zorunlu kamu zamlarını eklersek, bu sene enflasyonda hiç istenmeyen seviyelere bile gelebiliriz. Sene sonuna kadar enflasyonun her ay son 10 yılın ortalaması kadar gerçekleşeceği gibi (kabul etmeliyim ki son derece kaba) bir varsayımla bile sene sonu enflasyonu için hesaplanan oran yüzde 9.7!
Unutmayalım ki, enflasyon nihayetinde bir sonuç. Biz her dönem artan enflasyonla ilgili petrol, enerji, devalüasyon, gıda fiyatları, kamu zamları vs. gibi dışsal nedenler öne sürebiliriz. Ancak, dünyada herkes Mersin’e giderken, bizim (düşük büyümeye rağmen) tersine gidiyor olmamızın, daha temel, daha yapısal, ekonominin arz tarafıyla, yetersiz kalan yatırımlar ve üretim kapasitesiyle ilgili nedenleri olduğunu da unutmamak gerekiyor.