Enflasyon ikinci plana atılmış durumda

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Esasen, Türkiye ekonomisini uzun yıllar esareti altına almış olan yüksek enflasyon ortamının başlangıç sebebi devletin çok yüksek bütçe açıklarıydı. 70 ve 80'li yıllarda bu açıklar Merkez Bankası'nın Hazine'ye verdiği avanslarla "para basma" olarak da ifade edilen bir yolla çözülmeye çalışıldı. Tabii, ismi üzerinde "para basma" enflasyonu artırmak ve kronikleştirmekten başka bir fayda sağlamadı. 80'li yılların ortasından itibaren ise Merkez Bankası bilanço büyüklüğü kontrol altına alınmaya çalışılarak bütçe açıkları devlet borçlanması yoluyla kapatılmaya çalışıldı. Ancak devlet borçlanması arttıkça kamunun genel tasarruflar üzerindeki baskınlığı (crowding out) da giderek arttı, ve reel faizlerin anormal yükselmesi bu sefer de maliyet enflasyonlarına sebep olmaya başladı. Doğal olarak kamu borçluluğu da bir süre sonra "sürdürülebilir" olmaktan çıktı. 90'lı yılların sonuna doğru nihayet problemin asıl kaynağının yüksek bütçe açıkları olduğu 'idrak' edilince, bu sefer faiz-dışı fazla hedefi gündeme getirildi. Nitekim, ortalamada 90'lı yıllarda %1'in altında olan faiz-dışı fazla, 2000-2008 arasında %4.4'e yükseldi. Özetle, Türkiye'de enflasyonu tek haneye çeken esas unsur kamu açıklarının kontrol altına alınması oldu.

Öte yandan, enflasyonu muasır medeniyetler seviyesine geriletmesi için kurgulanan MB'nin "enflasyon hedeflemesi" politikasının ise gayet etkisiz olduğu görülmekte. Bu politikanın uygulamada olduğu son 7 yıla baktığımızda enflasyonun %6.4 ile %10.1 aralığında salındığını görüyoruz. Bu oranlar tabii ki eski günlere göre gayet iyi, ancak gelişmiş ülke ekonomilerine göre hâlâ oldukça yüksek. Ancak, belli ki, bunu açıkça dile getirmeseler bile, bu oranlar ne Hükümeti, ne de Merkez Bankası'nı çok da rahatsız eden oranlar değil. Bu düşünce şeklinin mantıklı dayanakları da yok değil. Birincisi genel olarak gelişen ekonomilerde enflasyon oranının gelişmiş ekonomilerden bir nebze üstünde olması zaten normal karşılanır. (Bizimki ise o "bir nebze"nin de biraz üstünde.) İkinci olarak da eğer enflasyon ile büyüme arasında bir ödünleşim (trade-off) varsa, AKP iktidarı (ve ister istemez enflasyon hedefini beraber oluşturduğu MB) bu ödünleşimi büyüme leyhine kullanmaktan bir beis görmemekte.

Gerçek şu ki bugün olduğu gibi kamu borçluluk oranı düşük, bütçesi fazla veren ve kapasite kullanım oranları limitlere gelmemiş bir ekonomide alıp başını giden (run-away) bir enflasyon yaşanması mümkün değil. Böyle bir ekonomide olsa olsa, ya mevsimsel olarak, ya da Dünya'da meydana gelen bazı arz-talep değişiklikleri nedeniyle geçici fiyat dalgalanmaları olur. Bu dalgalanmalar aylık enflasyonda bazı hareketlenmeler yaratsa da, bu hareketler enflasyonda kalıcı bir yükseliş anlamına gelmez. Ayrıca, her ne kadar maliye politikasının sıkılaştırılması büyüme üzerinde daraltıcı bir etki yaratamasa da (bütçe fazlası özel sektöre kaynak oluşturmakta), Türkiye'deki bütçenin ağırlıklı dolaylı vergilere dayanan yapısı bir otomatik stabilizatör etkisi yaratmakta. Neticede, Hükümet hızlanan ekonomik aktivite ile birlikte bütçe açığını artırma gibi sorumsuz bir politika izlemediği sürece enflasyon kalıcı bir artış göstermez. (Nitekim, Hükümet seçim döneminde bile kamu maliyesinde dengeleri bozucu bir artışa gitmemiştir.)

Öte yandan, cari açık nedeniyle ani bir kur sıçraması (over shooting) yaşanması şeklindeki kötü bir senaryoda dahi, bu durumun enflasyon üzerindeki etkileri geçici olmaya mahkumdur. Bunun iyi bir örneği 2001 yılında yaşanan devaluasyondur. Enflasyon yaklaşık 18 ay gibi kısa bir sürede başlangıç seviyesinin altına gerilemiştir. (O gün büyümede yaşanan çökmenin ana nedeni ise bankacılığın genel olarak zayıf durumu ve bilanço pozisyonlarındaki yüksek döviz açıklarıydı.) Bugün gerek ani ve yüksek oranlı devaluasyon yaşanma riski, gerekse de bu durumun sonucunda ortaya çıkacak enflasyonun yüksek ve uzun süreli olma ihtimali 2001'e göre çok daha düşüktür. (Döviz kuru-enflasyon geçişinin zayıflaması, MB'nin yüksek rezerv miktarı, küresel likiditenin bolluğu, Türkiye'nin göreceli düşük risk profili, yabancı sermayenin artan faiz hassasiyeti gibi nedenlerle.)

Sonuç olarak Hükümetin (ve de MB'nin) bu sene enflasyon-büyüme ödünleşiminde net olarak büyümeden yana tavır aldığını ve sene sonunda enflasyon %8'in üzerine çıksa bile piyasayı soğutucu tedbirler almaktan kaçınacağını düşünüyorum. Gerçekleşeceğine kuvvetle inandıkları senaryo kurun yavaş bir şekilde yukarı çekilmesi ve piyasa faizlerinde bir miktar yükseliş ile birlikte yüksek büyüme hızının ve daha dengeli bir cari açığın sürdürülmesi. Bu süreçte piyasa beklentilerini de bugüne kadar yaptıkları gibi "evet, evet, cari açık önemli, takip ediyoruz" ve "bakın, kredi artış hızı nasıl %25'e gerileyecek" şeklindeki açıklamalarla yönetmeyi hedefliyorlar. Peki bu senaryo bir yol kazasına gitmeden çalışır mı? Açıkçası "çalışmaz" diyemiyorum.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019