Enflasyon düşer mi?
Tatil sonrasının ilk haberi fiyatlardan geldi. Ağustos ayı enflasyon verileri açıklandı. Yeni bulgularda şaşırtıcı bir şey yok. Temmuz ayında hafif bir gerilemeden sonra tüketici fiyatlarının aylık artış oranı yeniden çift haneli düzeye yükselmiş. Enflasyon oranı temmuzdaki yüzde 9,8 düzeyinden ağustos ayında yeniden yüzde on düzeyinin üstüne çıkmış (yüzde 10.7). Böylece temmuz istisna tutulursa tüketici fiyatları bir yılı aşkın süredir çift hanede. Yani, aylık fiyat hareketlerinin kitleleri doğrudan ilgilendiren düzeyi uzun süredir yüzde 10'nun üstünde seyretmiş. Oysa dünyadaki enflasyon eğilimleri bunun tam tersi yönde. Uzun süredir durgunluk içinde olan dünya ekonomisinde, belki Arjantin hariç, enflasyon düzeyleri fevkalade düşük düzeyde takılı kalmış durumda. Avrupa ve ABD'de salt enflasyon çok düşük düzeyde kaldığı için öngörülen faiz hedefi yönünde adım atmak mümkün olmuyor. Bu ayrışma başlı başına önemli bir bulgu. Yüksek düzeyde katılaşmış bu enflasyon tablosu ile biz tam anlamıyla bir istisna konumuna yerleşmiş gibi görünüyoruz.
Enflasyonun bu denli katılaşmış olması ekonomiyi iki açıdan olumsuz etkiliyor. Bunlardan birisi enflasyonun yarattığı belirsizlik etrafında oluşan gelişmeler. İkinci etkileşim dinamiği ise gelir ve refah dağılımı bağlamında ortaya çıkıyor. Yüksek düzeyde katılaşmış enflasyonun yarattığı belirsizlik iktisadi hesap yapmayı olanaksız hale getiriyor. Bu etki hane halkı düzeyinde genellikle daha düşük düzeyde oluyor. Buna karşılık uzun dönemli risk-karlılık hesapları üzerinde inşa edilmek zorunda olan yatırım harcamaları ve üretim hacmi üzerinde büyük ölçeklere ulaşıyor. Uzağa gitmeye gerek yok. Türkiye ekonomisinden örnek vermek mümkün. Son yıllarda özel sektörün uzun dönemli risklerden kaçma eğiliminin yükseldiğini, sanayi yatırımlarının neredeyse "sürekli durgunluk" denilebilecek bir konuma kaydığını biliyoruz. Katılaşarak adeta kronik hale gelmiş olan enflasyonun bu gelişmede önemli etkisi olduğunu söylemek mümkün. Enflasyonun ekonomide yarattığı ikinci olumsuzluk yüksek düzeyde katılaşmış enflasyonun özellikle çalışan kesimin gelir dinamiğinin fiyat artışlarının altında kalmasına neden olmasıdır. Geniş kitleler açısından gelir dağılımının bozulması anlamına gelir bu süreç. Bu gelişme ekonomik açıdan olduğu kadar sosyo-politik açıdan da sorunlara gebe bir ortam yaratır ve risk algısının daha da bozulmasına katkı yapar.
Dikkat ederseniz içinde bulunduğumuz bu durum enflasyonun bir an önce dizginlenmesi gerektiğine işaret ediyor. Zaten ekonomiyi yönetenler de en geç yılbaşında enflasyonun tek haneli düzeye ineceğine özel vurgu yaparak durumdaki aciliyete işaret ediyorlar. Peki, enflasyon önümüzdeki üç ayda gerçekten çift haneli düzeyin altına gerileyebilir mi? Mevcut koşullarda bu soruya olumlu yanıt vermek zor görünüyor. Bunun üç nedenle böyle olduğunu düşünüyorum. Bunlardan birisi ekonomiye hakim olan fiyat dinamikleridir. Aylık bazda fiyat hareketleri üzerinde ciddi etkisi olan "çekirdek enflasyon" böyle bir dinamiktir. Aynı şekilde "yurt içi üretici fiyatları" da maliyetler üzerindeki etkileri nedeniyle tüketici fiyatlarını besleyen bir özelliğe sahiptir.
Elimizdeki veriler her iki gruptaki fiyat artışlarının oldukça yüksek düzeyde seyrettiğini ve bu eğilimin devam etmesinin de güçlü bir olasılık olduğunu gösteriyor. Bir başka fiyat dinamiği de döviz kuru hareketleridir. Döviz kuru bu sıralarda düşme eğiliminde. Bu dinamiğin sürdürülebilir olmadığını söylemek yanlış olmaz diye düşünüyorum. Kısacası, tüketici fiyatlarını besleyen fiyat dinamikleri enflasyonun yılbaşında çift haneye gerilemesine imkan vermeyecek niteliktedir.
Böyle bir sonuç üretebilecek ikinci etken fiyatlardaki mevsimlik hareketlerdir. Tüketim kalıplarının mevsimlik değişimine bağlı olarak tüketici fiyatlarındaki artışların yaz aylarında ters yöne döndüğü ve bu nedenle enflasyonun sonbahar başına kadar yavaş bir seyir izlediği bilinir. Bizde son yıllarda bu tür mevsimlik hareketin hem süresinin kısaldığı hem de dozunun düştüğünü söylemek mümkün. Son açıklanan ağustos ayı verileri bu eğilimin devem ettiğini gösteriyor. Yani, mevsimlik salınımın enflasyonun yıl sonuna kadar belli bir düzeyin altına inmesine katkı yapması zor görünüyor. Enflasyonun yavaşlaması üzerindeki en önemli frenlerden birisinin de yapısal katılıklar olduğuna daha önce de birkaç kez değindim. Üretim ölçekleri, düşük esneklikler, verimsizlik ve en önemlisi de piyasa yapılarındaki yoğunlaşma gibi oluşumların Türkiye ekonomisinde etkili olduğunu biliyoruz. Bu etkenlerin en azından fiyatların aşağı yönlü hareketlerini yavaşlattığını, geciktirdiğini söylemek mümkün. Bu hareketsizliğin de enflasyonun yılbaşına kadar hızla gerilemesini engelleyeceği kanısındayım.
Sonuç olarak uzun süredir katılaşmış olan enflasyonun katılaşmaya katkı yapan nedenlerin sürüp gidiyor olması nedeniyle kısa sürede ciddi ölçüde düşmesinin zor olacağını söylemek mümkün görünüyor.