Enerji kaynakları ve yeniden şekillenen Ortadoğu
Birinci Dünya Savaşı döneminde, enerji kaynakları bakımından zengin Orta Doğu bölgesini kendi çıkarları çerçevesinde dizayn eden İngiltere ve Fransa’nın belirlediği Orta Doğu haritası, günümüz hakim güçleri tarafından; kimlerine göre Arap Baharı, kimilerine göre Arap Kışı, kimilerine göre ise Afrika ve Arap Coğrafyasının paylaşılması mücadelesi olarak tanımlanan bir süreç ile yeniden şekillendiriliyor.
Irak’ın işgali ile başlayan ve sonrasında yaşanan gelişmelerle devam eden olaylar bütünü, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’de bulunan enerji kaynaklarının, uluslararası sisteme sorun yaratmayacak devlet ya da yapıların elinde olmasını, batılı şirketler tarafından işletilerek uygun fiyatlarla da uluslararası sisteme aktarılmasını ön görüyor.
Suriye’de iki yılı aşkın süredir devam eden iç savaş ve Mısır’da ilk kez seçimle iş başına gelen Cumhurbaşkanı’nın askeri müdahale ile görevden uzaklaştırılması ve sonrasında yaşanan olaylar batılı devletlerin Arap halklarının demokrasi taleplerinin karşılanması olarak pazarlanan bu sürece aslında sadece kendi ulusal çıkarları perspektifinden baktıklarını ortaya koyuyor. Birçok batılı devlet, Ortadoğu’da yaşama hakkı isteyen insanların yanında yer almak yerine ülkelerinin çıkarlarını ön planda tutmayı tercih ediyor. Aslında bunda garipsenecek bir durum da yok. Uluslararası ilişkilerin doğası bu…
Suriye’de iç karışıklığın başladığı dönemde altı aya kadar gideceği belirtilen Esad’ın, iki yılı aşkın süredir direnmesi ve bu günlerde Özgür Suriye Ordusuna karşı üstünlük sağlaması bu coğrafyadaki paylaşımın birçok ülkenin çıkarlarına ve kimin üstünlük sağlayacağına göre sonuçlanacağını ortaya koyuyor. Çünkü Orta Doğu enerji kaynakları; sadece Orta Doğu’da bu kaynaklara sahip olan ülkeleri değil, aynı zamanda Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği, Rusya, Çin ve Türkiye başta olmak üzere tüm enerji üretici ve tüketicilerini de ilgilendirmekte.
Türkiye için Suriye’deki en büyük fırsat ve risk Suriye Kürtleri ile ilgili. Suriye’de isyanın ilk günlerinde Esad'a karşı isyana katılmayan Kürtler, Esad ile savaşmayarak kendi silahlı güçlerini oluşturmuşlar ve ilerleyen zamanla birlikte de kendi haklarını korumak adına Özgür Suriye Ordusu ile savaşmaya başlamışlardı. Bazı cephelerde şiddetli çatışmaların ardından yoğunlukta oldukları bölgeleri kendi kontrolleri altına almışlar ve Türkiye'nin sınır noktasına Özgür Suriye Ordusu’nun bayrağı yerine kendi bayraklarını asmışlardı.
Kürtlerin, Türkiye'nin Suriye sınırları boyunca etkin hale gelmesi ve etkinlik sahalarını genişletmeye çalışmaları ve özerk bir yapı kurulması isteğinin dillendirilmesi, hatta ilerleyen günlerde Türkiye'nin güneyi boyunca Akdeniz'e kadar inecek bir koridor açarak süreci Kürtlerin denizi olan bir devlet sahibi olma süreci olarak tanımlayanların çıkması Türkiye’de tansiyonu oldukça yükseltmişti. Türkiye’nin Suriye’de bir oldubittiye izin vermeyeceğini açıklaması, PYD liderinin Dışişleri Bakanlığı’nın davetlisi olarak Türkiye gelmesi ve ılımlı açıklamaları ve ardından Ankara’nın Kuzey Irak’tan konuklarının olması tansiyonu bir nebze olsun düşürdü ve PYD Liderinin Türkiye ziyaretleri çoğalmaya başladı.
Ancak PYD liderinin söylemiş olduğu bazı cümleler bundan sonra sürecin Türkiye ve bölge açısından pek çok fırsatlar ve zorluklar barındırdığını da gösterir nitelikte. Kürt lider, Suriye'deki olayların başında en fazla kendilerini savunmayı düşündüklerini ancak gelinen noktanın Kürtler için hayal dahi edemeyecekleri kazanımları barındırabilecek bir süreç olduğunu ifade etmekte.
Suriye’de Kürtlerin de hakkını koruyan, Doğu Akdeniz’de kendi ulusal çıkarlarına aykırı bir şekilde ortaya çıkacak oldubittilere izin vermeyen, riskleri akıllıca yönetip fırsatları iyi değerlendirebilen bir Türkiye, hem enerji kaynakları ve hem de yeniden şekillenen Orta Doğu’da söz sahibi bir ülke olur.