Endüstri 4.0 – Endişeler 5.0
Tanım olarak bakıldığında Endüstri 4.0 yahut diğer adı ile 4. Sanayi Devrimi, birçok çağdaş otomasyon sistemini, veri alışverişlerini ve üretim teknolojilerini içeren kapsamı geniş bir terimdir. Bu devrim nesnelerin interneti, internetin hizmetleri ve siber-fiziksel sistemlerden oluşan bir değerler bütünü olarak da tanımlanabilir. 6 temel prensibe dayanmaktadır. Karşılıklı çalışabilirlik, sanallaştırma, özerk yönetim, gerçek-zamanlı yeteneği, hizmet oryantasyonu ve modülerlik. Endüstri 4.0 temel olarak bilişim teknolojileri ile endüstriyi bir araya getirmeyi hedefl iyor. Bugünün klasik donanımlarından farklı olarak düşük maliyetli, az yer kaplayan, az enerji harcayan, az ısı üreten, ancak bir o kadar da yüksek güvenilirlikte çalışan donanımlar.
Nereden çıktı bu denli ciddi bir makale bu hafta diye düşünenlere, yazının gerisinin hiç de bilimsel devam etmeyeceğini, dünyadaki değişim ile benim bakış açımla endüstrinin nereye gittiğine dair yorumlarımı bulacağınızı söyleyebilirim.
Endüstri 4.0 derinlemesine incelendiğinde ve benim gibi biraz da hem ekonomist hem de uluslararası ticaret penceresinden yorumlandığında, insanlardan neredeyse bağımsız olarak kendi kendilerini koordine ve optimize ederek üretim yapabilecek akıllı fabrikaların olacağı öngörüsünün, maliyetler ve üretim için ihtiyaç duyulan enerji miktarının bir yandan azalacağına, üretim miktarı ve kalitesinin ise artacağına işaret ettiğini görebilmek mümkün.
Bu durum, gelişmiş ve aynı zamanda iş gücünün pahalı olduğu ülkelerin, gelişmişlik düzeyi düşük, işgücünün ise ucuz olduğu ülkelerle rekabetinde geldikleri nokta olduğunu anlamak ve yorumlamak çok da zor değil. Dünyadaki iş gücü maliyetlerine göz attığımızda, gelişme hızına rağmen, başta Çin olmak üzere Uzakdoğu ülkelerinde, yaşam seviyesinin yükselmesine ve beklentilerin artmasına rağmen, işçilik maliyetlerinde büyük bir artışın olmadığını söylemek mümkün. Bakın konu nasıl zincirleme bir etki yaratıyor, şu yönüyle konuyu inceleyelim.
Avrupa ülkeleri başta olmak üzere gelişmiş ülkelerde özellikle sosyal devletçilik anlayışının hakim olması, devletlerin ekonomilerini yönetmelerinde zorluklar yaratıyor. Zaten Avrupa Birliği’nden çıkmayı veya yer almamayı isteyen ülkelerin de en önemli iddialarının bu olduğunu kendi söylemlerinden anlayabilmek mümkün. Sosyal devletçilik, devletlerin vatandaşlarının haklarını gözetiyor olmasına elbette itiraz etmiyor olmak gerekir, hatta örnek alınmalı, ancak bu durumun devletler üzerindeki maliyeti arttırdığını, devletlerin de kaynak yaratmakta zorlandıklarını da görmezden gelemeyiz. Yüksek işsizlik maaşları ise bu ülkelerin en önemli gider kalemlerini oluşturmaya başladı. Bu sebeple yükselen vergi oranları, yatırımcıların ve sanayicilerin ucuz işgücü olan ülkelere daha fazla rağbet göstermesine neden oldu. İşsizlik oranlarının her geçen gün yükselmesi, bu ülkeleri yeni tedbirler almaya, üretimi tekrar bu ülkelere transfer etmenin yollarını aramaya itti. Bu değişim, son yirmi yılda artarak devam ederken, imdada ileri teknoloji yetişti; veya yetiştirilmesi hedefl enildi. Endüstri 4.0’ın elbette bilimsel bir karşılığı var ve en önemli özelliği de, işgücü maliyetinden daha fazla teknolojinin ön planda olması, ama elbette yine insana olan ihtiyaç tümü ile ortadan kalkmış durumda değil, olamaz da. İşsizlik oranlarının düşmesi için üretimin yeniden bu ülkelere geri dönmesi temel öncelikler arasında yer alıyor.
Endişeler, dünyadaki değişimin önemli bir yansıması; aslında beklenilen durum demek daha doğru. Tüm bu gelişmeler olurken, bizim de kendi pozisyonlamamızı, dünya üzerindeki rolümüzü doğru belirlememiz son derece önem taşıyor. Endişelenen pozisyona düşmemek için, üretimi arttırmanın, teknolojiyi yakından takip ederek, bunu da katma değerli hale getirmenin artık kaçınılmaz olduğunu görebilmek mümkün. Ürettiklerimizi ihraç etme gerekliliğimizi ise sanırım artık gerek bile yok.