En kötüsü aşıldı mı?
2008 yılının son haftalarına girdiğimiz bugünlerde kafaların oldukça karışık olduğu dikkat çekiyor. Giderek büyüyen ve biçim değiştiren belirsizlik, kırılganlık ve güvensizlik üçlüsü bu sonuçta etkili oluyor. Tarihte görülmemiş boyuta ulaşan kurtarma paketlerine rağmen olumsuz eğilimlerin gücünü koruyor olması, insanlık tarihi açısından oldukça kritik bir döneme girdiğimizi düşündürüyor. Küreselleşme balonunun patlamış olması, çok yönlü istikrarsızlığın büyümesi ve çözüm olarak görülen yeni bir dünya düzeni konusunda uzlaşı arayışının bile olmayışı olumsuz eğilimlerin eğemenliğini pekiştiriyor. İtibar kaybı yalnız ekonomiyi değil, sosyal ve siyasi sorunların da ağırlaşmasında belirleyici oluyor.
2008'in genelindeki fiyat hareketlerine bir göz attığımızda anormalliğin ne boyutlara tırmandığını görmek mümkün; daha önce hiçbir yıl içinde hem enflasyon hem de deflasyon kabusunun birbirini seri bir şekilde takip ettiği bir dönem yaşanmamıştı. 2008 yılının ilk çeyrek dönemindeki eğilimler ile ikinci yarısında yaşananlar arasındaki fark anormal bir tezat oluşturdu. Tüm piyasalarda derinlik azalır iken fiyat hareketliliği olağan dışı boyutlara ulaştı. Faaliyet gelirleri bozulan gelir dağılımı ve rekabet koşulları nedeniyle hızla erirken, faaliyet dışı gelir üreten pozisyonlar katlanılması imkansız zararların kaynağı oldu. Beklentiler yolu ile geniş kitleleri robotlaştırarak yönlendirmenin; sürdürülemez dengelerde ısrar etmenin, medeniyetin gerçek tanımını unutmanın, özü tükenip şekli kalmış demokrasi ve serbest piyasa şarlatanlığını savunmanın bedeli çok ağır oldu.
Yaşadığımız olağandışı olumsuzluk dalgası doğal olarak en kötünün aşılıp aşılmadığı sorusunu gündeme getiriyor. İşin gerçeği bu sorunun yanıtını kimse bilmiyor; herkes ya kendi pozisyonuna ya da sezgilerine göre bir tahmin yapmaya çalışıyor, veya yorum yapmamayı tercih ediyor. ABD'nin yeni başkanı en kötünün henüz yaşanmadığını söylerken, ülkemizin Başbakanı tam aksini iddia edebiliyor; yeni seçilmiş olan itibarını idareli kullanmak adına ihtiyatlı olma gereğini duyarken, yaşananlarda büyük sorumluluğu olanlar benzer tavrı gösteremiyor ve bunun sonuçlarına katlanmak durumunda kalıyor. Şahsen bu yaşananlardan gerekli dersler çıkarılamadığı ve gerçekçi olunamadığı sürece olumsuz eğilimlerin belirleyici olmaya devam edeceğini düşünüyorum. Bana göre medeniyet iyi veya kötü günü paylaşmak, başkalarını aptal yerine koymamak ve onları kullaştırmak çabası içinde olmamaktır; Bu tanıma uymayanların sayısı arttıkça serbest piyasa etkin çalışmaz ve demokrasi kavramı şekilden öteye gidemez. Yanlışlarda ısrar edildikçe sorunlar oluşur, belirsizlik ve güvensizlik tırmanır ve bugün olduğu gibi herşey kontrol dışına çıkar.
En kötünün aşıldığını veya henüz aşılmadığını iddia edenlerin büyük çoğunluğunun belli bir umudu var: L tipi dalgalanma gerek finansal gerekse diğer piyasalar daha fazla gerilemez veya bir miktar daha geriler, daha sonra yatay bir bant içinde uzunca bir süre dengede kalır, bu sayede belirsizlik, kırılganlık ve güvensizlikteki artış kontrol altına alınmış olur. Ekonomideki daralma ve işsizlikteki artış durur, bu yeni denge daha düşük bir refah düzeyinde oluşur ve istikrar yeniden tesis edilir. Bu kanaatte olanların gerçekçi olmadıklarını ve güç kaybını sınırlamak adına piyasaları manipüle etme yanlışından kurtulamadıklarını düşünüyorum. Kurtarma paketleri sayesinde, pazarlık güçlerindeki kaybı sınırlı tutmaya çalışanlar belli ki yaşanan olumsuzlukların getireceği maliyetin sıfır olmayacağını ve nasıl ödeneceğini bilinçli olarak ihmal ediyorlar.
Tüm piyasalarda ana eğilimi olumsuz olan büyük dalgalanmalar yaşanması ihtimali daha yüksek. Zira tüm profesyonelleri benzer pozisyonlar taşıması hepsini aynı anda alıcı veya satıcı duruma getirebilir ve düşük hacimli büyük dalgalanmalar yaşanmasına sebep olabilir. Böyle bir ortamda maliyet hesaplamak ve önünü görmek imkansızlaşır, ekonomi ve ticaret daraldıkça işsizlik artar, istikrarsızlık derinleşir. Bu durumu sınırlamak için küreslelleşmenin yerini alan kamulaştırma anlamındaki kurtarma paketleri sorunları daha da ağırlaştırabilir. Uluslararası kurumlarda bu süreçte geri kalan itibarlarını kaybetmek durumunda kalabilirler.
2009 yılında petrol fiyatının 20 dolar seviyesine kadar düşmeyeceği ya da 80 dolar düzeyine çıkmayacağını, veya her ikisinin birden gerçekleşmeyeceğini kim iddia edebilir? Riskten kaçınma eğiliminin önce duracağı ve daha sonra yön değiştireceğini öne sürmek ne kadar anlamlı olabilir? Kısa vadeli faizlerdeki gerilemeye rağmen kredi piyasalarındaki kilitlenme neden çözülmüyor? Varlık değerlerindeki tahribata ilişkin bilanço kayıpları bilinenin kaç katına ulaşabilir? Bu ve benzeri sorunların sayısı artabilir fakat önümüzü göremediğimiz gerçeği değişmez.
Eğer İkinci Dünya Savaşı sonrasını en ağır krizini yaşadığımızı düşünüyor iseniz, küresel ve gerçekçi bir uzlaşı olmadan sıkıntıların aşılabileceği hayaline kapılmayın, olumsuzluklarda katkısı büyük olanların tuzağına düşerek kendinizi feda etmeyin. Geçici fakat kolay çözümlerin birikmiş faturası ödenmeyi bekliyor ve bu süreç tamamlanmadan kalıcı çözüm mümkün olamayacak gibi görünüyor. Boş hayallere kapılmayın, 2009 yılı genelinde tedbirli olmaktan vazgeçmeyin.