En akıllısı Deli Bekir, o da köstekli yatır
Eskinin ölmekte olduğu ama yeninin doğamadığı durum. Gramsci krizi böyle tanımlıyordu. Dun artık bitmiştir, yârin ise henüz kendisini göstermemektedir. Yılın ilk çeyreğini geride birikirken uluslararası ilişkiler ve ekonomi alanında 19. Yüzyılı hatırlatan haberler okuyoruz. Diplomatik tavırlar ve imaların yerini daha evvel kapillerin ardında yapılan nobran meydan okumalar almış durumda.
Tarafların her birinin statükoya göre bir şeyler kazanamadığı, zor yoluyla kurulan uzlaşıların, baskının biriktiği ve ilk fırsatta statükoyu eskiye veya daha da ötesine çevirme hamlesi ile sonuçlandığı, tarih hakkında biraz olsun bilgi sahibi olanların malumu. Versailles’da (1919) aşırı taleplerin zor yoluyla kabul ettirilmesinin Dünyaya bir büyük savaşa mal olduğunu okullarda öğrendik.
Son 75 yılda oluşturulan küresel düzende para, mallar ve kısmen hizmetler yerkürede -bir ölçüye kadar- serbest dolaşabiliyor. Ancak İnsanlar için vize, büyük ölçekli varlıkların mülkiyetinin el değiştirmesi için ise çeşitli onay mekanizmaları yürürlükte.
Al gülüm, ver gülüm.
Esasen bir üretim optimizasyonu ve ayni zamanda servet transferi mekanizması olan dış ticaret konusunda göreli serbestiyet uzunca suredir tarife dışı engeller ile zorlanmaktaydı. Zengin ekonomiler arasında gümrük tarifeleri son derecek düşük (AB’de ABD malları için ortalama %1.7, ABD’de AB malları için ortalama %1.4) olsa da özellikle hizmetler konusunda önemli derecede tarife dışı engeller mevcut.
Ticaret kaçınılmaz olarak maddi ve ardından manevi güç üretir, Biriken güç de günün sonunda dengeleri yeni bir noktaya iter. Bu yeni dengelenmede kaybettiğini düşünen taraf(lar) gidişatı (trendi) değiştirecek hamlelerde bulunmak zorunda kalmak veya yeni dengeyi kabul etmek ikilemi ile karşılaşır.
Bretton-Woods anlaşması ile kurulan uluslararası ekonomik sistemde ilk değişim 1973’de ABD’nin doları altın karşısında devalüe etmesiyle meydana gelmişti. Almanya Fransa ve İngiltere’nin yanıtı Avrupa Parasal Sistemi’ni devreye sokmak oldu. Daha sonraları Euro’nun dogmasını sağlayan bu değişim Avrupa pazarlarının parasal şoklara karşı dayanımını artırmanın yanı sıra politik üstyapısını da oluşturdu.
1980’lerden itibaren Çin’in düşük katma değerli malları çok yüksek hacimlerle ve ucuz emek girdisiyle üretmesi, Çin’de milyonlarca köylünün şehirlerde (düşük ücretli de olsa) iş bulabilmesinin yanı sıra gelişmiş ekonomilerde daha ucuz tüketici malları ile enflasyonun düşürülmesini sağlayarak günün sonunda yerküredeki herkes için bir refah etkisi yarattı. Al gülüm, ver gülüm.
ABD’nin yeni yönetimi bu düzende verdiklerinden daha az gül aldıkları görüşünde. Bu görüşün temelinde, (I) borçlanma gereksinimi ve borç stoğunun rahatsız edici düzeye ulaşması, (II) orta ve orta-alt sınıfların teknolojik ilerlemenin ve finansallaşmanın yarattığı refahtan yeterince pay alamaması, (III) Çin’in alternatif politik sistemi ile özellikle teknoloji konusunda ABD’ye rakip olarak sivrilmesi ve (IV) Cumhuriyetçilerin vergileri düşürme arzusunun yer aldığını düşünüyorum.
Yönetimdeki kadro ve onları destekleyen kesimler, ABD’nin ticaret açığı, askeri gücü, doların rezerv parası olması, bankacılık sistemindeki konumu gibi yapısal avantajlarını kullanarak ticaret ortakları üzerinde baskı yaratarak, Amerikan mallarının diğer pazarlara daha elverişli koşullarda girmesini ve ithal mallara uygulanacak gümrük vergileriyle hazine açığının finanse edilmesini sağlanabileceğini düşünüyor.
Bugünlerde yapılan bazı yorumların aksine, ABD’nin sanayi üretimi sanıldığı gibi düşük değil. GSMH içinde üretimin pay son 20 yılda 300 baz puan düşerek %10.2’ye gerilemişse de, üretimde kullanılan teknolojiler nedeniyle isçi başına ortalama üretim rakamında (141.000 $) ABD, ikinci sıradaki Güney Kore’nin %45 üzerinde bir seviye ile birinci sırada yer alıyor.
Kalıcı politika değişikliğinin başlangıcındayız
Havacılık ve uzay sistemleri, savunma sistemleri, otomotiv, kimyasallar, ilaç, petrol ve doğal gaz, kereste, madencilik gibi sektörlerde dünyanın en büyük veya ilk üç üretici ülkesinden biri. Tarifelerin ABD içinde üretimi teşvik edeceği açık olsa da birçok sanayi kolunda ABD de üretim yapmanın maliyeti tarifelerle birlikte karşılaştırıldığında bile alternatif lokasyonlardan yüksek. Üstelik pek çok ürün grubunda farklı coğrafyalardaki iş gücü uzmanlaşmış durumda.
Tayvan’daki yarıiletken üretim kümelenmesi buna güzel bir örnek, zira Kansas’a da aynı tesisi kurabilirsiniz ancak Taipei’deki yan sanayiyi ve teknik deneyime sahip işgücünü bulmanız kolay değil. Başka bir ürün grubunda bulduğunuzu farz edelim, yeni maliyetlerle o üretim, her çeyrekte yatırımcılarına hesap vermek zorunda olan halka açık şirketlerin yönetimleri için ne derece çekici olacak? Bunlar ve başka bazı sebeplerle denizaşırı üretimin önemli bir kısmının yurtiçine geri getirilmesi, orta vadede fizibil olmayacaktır.
Buna rağmen kalıcı bir politika değişikliğinin başlangıcında olduğumuz net. Bu değişikliğin şiddeti ve süresi, şüphesiz ‘görünmez el’in (piyasa oyuncularının) çıkarları doğrultusunda yeni bir dengenin kurulması ile netleşecek. Zira ticaret, alanın da satanın da çıkar sağladığı bir faaliyet.
Politika değişikliğinin etkilerini hemen gözlemlemek imkânlı değil. Finansal piyasalardaki hızlı etkilerinin aksine, tarifelerin ekonomik göstergeler üzerindeki ilk etkileri 9-12 ay sonra görülebiliyor. Açıklanan tarifelerin kısmen de olsa kalıcı olarak devreye alindığı durumda, GSMH ve halka açık şirketlerin karlılığı üzerindeki hasarın tespiti, ancak 2025 faaliyet sonuçlarının açıklanacağı 2026 ilk çeyreği içinde görünür kılınacak.
Enflasyon ve işsizliğin artması olası
Çin ve diğer Uzakdoğu Asya ülkelerine uygulanacak tarife oranlarının farkı, bölgedeki ekonomilerin geleceği üzerinde belirleyici olacak. Son on yılda birçok ABD şirketi üretimini Cin’den basta Vietnam olmak üzere bölgedeki diğer ülkelere kaydırdı. Cin’e uygulanacak tarifelerin bu ülkelere de ayni oranda uygulanması büyümeleri sınırlandırır ve bu ülkelerin en büyük yatırımcı olan Japonya’yı da olumsuz etkiler. Japonya’ya uygulanacak tarifelerin diğer ülkelerden daha hızlı şekilde netleşeceğini, Japonya’nın diğer Asya ülkeleri ile yapılacak müzakerelerde de destekleyici rol oynayacağını öngörüyorum.
Tarifelerin, oranlara göre değişmekle birlikte, ABD enflasyonunu %4-5 düzeyine çıkarması, işsiz sayısında %15-20 artışa yol açması olası. Bu yıl yürürlüğe girmesi muhtemel kurumlar vergisi indirimleriyle birlikte değerlendirilince, bu politika değişikliğinin, borçlu ancak karlı, görece fiyatlama gücü yüksek ABD şirketleri için daha sınırlı olumsuz etki yaratmasını, şirket karlarına dair öngörüler netleşene dek sermaye piyasalarındaki hareketliliğin sürmesini beklemek yanlış olmayacak.
ABD ekonomisi gündeme gelecek vergi indirimleri ile bir miktar hareketlense de 2025- 2028 döneminde yatırım iştahı ve şirket karlılıkları üzerindeki baskılar, ABD’ye ihracatı yüksek olan ekonomilerde daha da önemli düzeyde olmak üzere, gözlemlenir hale gelecek.
Tarifelerin Türk şirketleri için yeni fırsatlar yaratabilmesi ise, yetkin is geliştirme ve ABD merkezli tedarik zincirlerine dâhil olabilmeyi sağlayacak stratejik planlama kasları gerektirecek.