Emekçi kadından Barbie sosyolojisine Batının “Kadın algısı”
Bizim ulusumuzda kadın, Barbie gibi tüketen değil, bilakis üreten olmuştur. Ana olmuştur, eş olmuştur, şehirde düşmana karşı Halide Edip gibi örgütleyen, tarlada aşını eken, cephede de nice kahraman kadınımız gibi askere nefer olmuştur… Bizim tarihimizde Orhon Yazıtları’na bile konu olan kadın, kocasıyla aynı haklara sahiptir.
Kadın haklarının toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında ele alındığı ve belirli kıstaslarda ölçümlendiği günlerdeyiz. Aslında insan hakları kapsamında değerlendirilmesi gereken bir konunun son yıllarda bağlamından koparılarak, bir çeşit metamorfoza uğradığını görmekteyiz.
Oysa Batıda bu hareketin çok değil, ancak geçtiğimiz yüzyılın başında ve tam da makroekonomik bir parametre üzerinden; kadın emekçilerin daha kısa mesai süreleri, daha yüksek maaş ve seçme hakkı talep etmesiyle başladığını unutmamamız gerekiyor.
Köşe yazıları, tezler ve tartışmalara konu olan Barbie
2023 yılında filmi de yapılan Barbie’nin yıllar içerisinde geçirdiği evrim, söylemek istediklerime ışık tutacaktır. Köşe yazıları, tezler ve tartışmalara konu olan Barbie, 1950’li yıllarda yani Baby Boomer olarak kategorize edilen dönemde; bugün tartışıldığı gibi sosyolojik ve psikolojik boyutu düşünülmeksizin sadece kapitalizmin tüketim toplumuna yönelik bir “oyuncak” olarak daha doğrusu “yetişkin bir kadın obje” olarak piyasaya sürülür.
Ardından yıllar içerisinde elde ettiği pazar payının ve tabii ki markasının küreselleşmesi bağlamında, adeta Batının kadına yüklediği rol ve biçim konusunda bir sembol haline gelecektir. Bu oyuncak, kadın haklarının da gelişme kaydetmesiyle çeşitli meslekler ve roller alır. Ancak aynı zamanda Batının Batı dışı yani kendisinden olmayan toplumlara da bir çeşit kadın modellemesi olma görevini de hem sosyal ilişkiler ve hem de tüketim tarafında sürdürmeye devam eder.
Barbie’nin kılık kıyafeti, göz ve ten rengi zamanla çeşitlenir. Ama verdiği süblime mesaj neredeyse hep aynıdır. Dolayısıyla zamanla kılık kıyafetlerimiz ona dönüşür gibi olsa da biz hiçbirimiz ona benzemeyiz.
Bizde kadın tüketen değil, üreten olmuştur…
Neden mi? Çünkü bizim ulusumuzda kadın Barbie gibi tüketen değil, bilakis üreten olmuştur. Ana olmuştur, eş olmuştur, şehirde düşmana karşı Halide Edip gibi örgütleyen, tarlada aşını eken, cephede de nice kahraman kadınımız gibi askere nefer olmuştur… Bizim tarihimizde Orhon Yazıtları’na bile konu olan kadın, kocasıyla aynı haklara sahiptir. Kadına seçme ve seçilme hakkı pek çok Avrupa ülkesinden çok önce Türkiye’de verilmiştir. Üstelik tarihimizin hiçbir döneminde ırkçılık hareketi de olmadığından ve zaten köklü bir tarihe sahip olduğumuzdan ten renklerimiz de dönüştürülmeye muhtaç değildir!
Batının Barbie’si hiçbir zaman doğrudan bizi çağrıştırmadı. Ama aynı günümüzdeki sosyal medya etkisine benzer bir algı yarattığını yadsıyamayız. Hem Barbie ile hem de sosyal medya etkisi ile “mükemmel görünümlü ve lüks tüketerek anlam kazanan kadın” algısı yaratılmış oldu. Günümüzün en önemli meselesi bu algının kırılmasıdır. Bu algının kırılması hele ki çocuklar üzerindeki bu algının kırılması benim değil; tüm dünyadaki pedagog ve psikologların önerisidir. Çünkü asıl tehlike çanları artık aile kurumuna yönelik çalmaktadır.
Cinsiyetsizleştirme politikasının ürünü haline geldi
Barbie’nin de sosyal ilişkilerine eklemlenen ve ne yazık ki; emperyalizmin dönüştüğü son aşamada, cinsiyetsizleştirme oyunları adeta bir angajman halinde servis edilmekte. Dolayısıyla işçi hareketlerinden ve sosyal-siyasal hayata katılım hakkının elde edilme mücadelesinden yola çıkarak başlayan mücadele zamanla kapitalizmle özdeşleştirilmiş, son noktada da bir cinsiyetsizleştirme politikasının ürünü haline gelmiştir. Günümüzde üretim ve bölüşüm politikalarının devletlerin siyasi alanından çıkartılarak, uyum sağlamaya bağlı küreselleşmeye dönüştürülmesinin son hali ise, ulusların ve ulus olma bilincinin tamamen yok edilme isteği üzerinedir.
Elbette ki biz ulusça bununla mücadele edeceğiz. Ancak yapmamız gerekenleri tespit etmek için kadınların ekonomik ve sosyal hayata daha fazla uyumlandırılmasına ihtiyacımız var.
*Yapılan bir araştırmada 2002-2021 yılları arasında eski SSCB’den bağımsızlığını kazanmış Türki Cumhuriyetler ile Türkiye arasındaki karşılaştırmada elde edilen bulgulara göre, Türkiye’nin çok yüksek insani gelişme içinde yer almasına karşın kadın erkek farkına göre oluşturulan gruplamada orta derece eşitliğe sahip ülke konumunda olduğu görülüyor. Türkiye bu alanda tüm Türk Cumhuriyetleri’nin gerisinde kalarak kadın işgücüne katılım oranında en alt seviyede bulunmaktadır.
Özetle ülkemizde kadınların sosyal ve ekonomik yaşama kaliteli eğitim yoluyla daha fazla adapte edilerek, özellikle iş yaşamında yönetici pozisyonunda görev almalarının sağlanması, sadece ekonomik değil aynı zamanda tarihi kodlarımıza uygun olarak insani boyutta da hayatidir.
* Akdeniz Kadın Çalışmaları ve Toplumsal Cinsiyet Dergisi Kabul Tarihi: 26 Mart 2024 http://dergipark. gov.tr/ktc Sayı VII (1) 340- 365 Araştırma Makalesi