Elli günlük festivalin kısa tarihçesi

Güventürk GÖRGÜLÜ
Güventürk GÖRGÜLÜ PAZARLAMA 3.0 [email protected]

Elinizde bir yer var, tabir yerindeyse “Altın yumurtlayan tavuk”. Buranın etinden sütünden, yününden her şeyinden faydalanıyorsunuz. Sokaklarından insan eksik olmuyor, yedi gün neredeyse 24 saat insanlar caddelerde, sokaklarda sel gibi akıyor. Her gün yeni bir mekan açılıyor, açılan mekanlar çeşitleniyor. Zaman içinde yurtdışından duyanlar, görenler de gelmeye başlıyor, işadamları, profesyoneller apartman daireleri tutuyor, yabancı şirketler yöneticilerine buradan ev kiralıyor. Sokakların çehresi giderek değişiyor, uluslararası emlak şirketleri satın aldıkları apartmanları rezidans haline getiriyor, sıradan lokantaların, giyim mağazalarının yerini tasarım stüdyoları, uluslararası markalar, gurme restoranları alıyor.

Gençler, öğrenciler, yerli-yabancı profesyoneller, turistler, Erasmusçular, expatlar, exceynçler, eksekütivler filan hepsi mekanları taşarcasına dolduruyor. Çevredeki gayrimenkul fiyatları yükseliyor, kiralar artıyor, bir koyan bin alıyor, tam da dedikleri gibi semtin taşı toprağı altın oluyor. Hatta kiralar o kadar yükseliyor ki, tek başına bir kitapçının, müzik dükkanının cadde üzerinde yaşaması olanaksız hale geliyor.

Tabii birileri durur mu, başlıyorlar orasından burasından çekiştirmeye. Alıyorlar yerel yönetimi, merkezi yönetimi artık kimi bulurlarsa arkalarına, düşüyorlar mekan, apartman, işhanı peşine. Rant hem güzel, hem kolay hem de tatlı tabii. Eh, nasılsa güç yanlarında değil mi, ruhsat veririz vermeyiz tartışması, mekanını açarız kapatırız gözdağı, restore ettiririz ettirmeyiz keyfiliği; başlıyorlar eşe dosta gayrimenkul kapatmaya, işletme devşirmeye. Bu arada kentsel dönüşüm için yasalar değiştiriliyor, yakındaki fakir mahalleler tanıdık bir holdinge devredilip çakma tarihi binalardan rezidanslar yapılmaya başlanıyor.

AVM’ciler de boş durmuyor tabii. Cadde üzerinde dükkan sayısı sınırlı olunca, cadde alışverişiyle ünlü semtin beş kat altına inip on katlı kaçak AVM’ler yapmaya başlıyorlar. Bununla da yatinmeyip, tarihi sinemaların bulunduğu binaların Hollywood dekoru gibi bir tek ön duvarını bırakıp yerine imitasyon AVM'ler inşa ediyorlar.

Sonra başlıyorlar sokaklarda kareli gömlekli resmi sivil zabıtalarıyla terör estirmeye. Kaldırımlardan masaları kaldırma tartışması, şu kadar metrekare veririm vermem pazarlığı. Bir gün tamam dediklerine ertesi gün olmaz demeler, işgaliye aldıkları masaları ertesi gün kıra döke kaldırmalar ve akla gelecek gelmeyecek her türlü yöntem.

İş öyle ilerliyor ki, bu işlerin başını çeken veya bu işlere memur edilen belediye başkanı çıkıp “masa koyanı yakarım” diyor. Bunu demekle de kalmayıp çok izlenen bir haber kanalının çok izlenen bir programcısının K'lı N'li programında bu bölge için planları olan yatırımcılar olduğunu, buraların artık böyle ucuz bir yer olarak kalmasının mümkün olmadığını açık açık dile getiriyor.

Neyse uzatmayayım, bu kadar tutarsızlığın, bu kadar, yönetimsizliğin, bu kadar baskının üstüne Gezi direnişi başladıktan sonra bu zevatın bir süreliğine sesi soluğu kesiliyor. Sonra ortalık duruluyor, yine aynen inşaatlara devam, gelsin ruhsatlar, gitsin mekanlar. Esnafı cezalarla yıldırmalar, ortalığı denetimsiz, başıboş bırakmalar, caddenin müdavimlerini adeta kovalamaya çalışmalar ve başka yöntemler... Amaç yine aynı; eş dost gelip buraları kapatsın, buralar bizim meşrebimize göre soylulaşsın, zenginler gelsin, çevremiz kazansın...

Çok uzattım farkındayım hikayenin sonunu merak ediyorsunuz değil mi? Ama hikayenin sonu pek öyle “happy end” değil. Günün birinde rüzgar dönmeye başlar. Artık inşaat işleri eskisi kadar kârlı değildir. işler biraz yavaşlamıştır, ama yine de idare etmektedir. Saç ektirme turizmi sayesinde ortalık ortadoğulu turist kaynamaktadır ve bu sayede işlerin kötüye gittiği pek de hissedilmemektedir.

Günün birinde ortalıkta bombalar patlamaya başlar. Şaka filan değil. Bomba yüklü arabalar, intihar bombacıları sokaklarda kol gezmeye başlar. İş ciddiye binince altın yumurtlayan bölgeden önce Batılılar, sonra Ortadoğulular ve sonunda da yerli halk yavaş yavaş elini eteğini çeker. Malum belediye başkanı bu kez olumsuz hiç bir durum olmadığını söylemeye başlar. Ona göre işler tıkırındadır. Fakat ne yazık ki, hayaller cumartesi, gerçekler ise pazartesidir. Cadde üzerinde dükkanlar birbiri ardına kapanmakta ve esnaf yandaşıyla, yancısıyla, solcusuyla sağcısıyla homurdanmaktadır.

Cadde üzerindeki dükkanların, mağazaların birbiri ardına kapanması, sokakların boşalması engellenemeyince her gün bir etkinlik icat etmeye, ayakkabı mağazalarının, büfelerin açılışını yapmaya başlarlar ama nafile. Bunun üzerine dahiyane bir fikir geliştirirler: Caddeye açılan meydanda pazar kurmak! Daha doğrusu kentin, hatta ülkenin en önemli meydanını pazar yerine çevirmek... Evet kısa süre önce bir beton denizine dönüştürülen, her an inekler gelip de su içecekmiş izlenimi yaratan yalakların sağa sola yerleştirildiği koskoca bir meydanda elli günlük festival! Hem de on günde bir değişen konseptiyle...

Bence Türkiye'nin en önemli meydanında yapılan şeyin adı işbilmezlik festivalı olmalıydı. Yine on günde bir değişen konseptiyle tabii. On gün biz bu sokakları nasıl yönetemedik festivalı, on gün müşteriyi buradan nasıl kaçırdık festivali, on gün işin erbabı işletmecileri korkutup bu kadar beceriksiz esnafı buraya nasıl topladık festivalı, on gün cadde alışverişini nasıl öldürüp buraya AVM soktuk festivali... Konu o kadar çok ki, 50 gün de yetmez bence 365 gün festival olmalı o meydanda.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Orta vadeli temenniler 21 Eylül 2018