Elin paneliyle kendi güneşini vurmak
Geçtiğimiz haftalarda yapılan güneş enerjisi santrali (GES) lisans ihalelerinde ortaya çıkan fiyatlar sektörde yoğun şekilde tartışılıyor.
İhalelerde verilen tekliflerin çoğunun, yatırımı fizibıl olmaktan çıkaracak kadar yüksek olduğunu düşünenlerin sayısı hiç de az değil.
Ancak teklif sunanlar da öyle merdivenaltı firmalar değil, bu alanda ciddi ciddi yatırım yapan, yapmayı düşünen firmalar. O yüzden konu da ciddi ele alınmayı gerektiriyor.
Teklifleri fizibıl bulmayan bazı uzmanlara göre kimi firmalar “bayrak göstermek, yani prestij” adına bu yüksek fiyatları verdi.
Kimine göre de bu yüksek teklifler, Türkiye’de uzun vadede elektrik fiyatlarının yukarıya doğru gideceği algısının güçlü olduğunu gösteriyor. Yani bugünkü fiyatlarla yatırım kendini amorti edemeyecek gibi gözükse de uzun vadede dengeler yatırımcı lehine değişecek inancı söz konusu...
Bir de, ihalelerde oluşan “yüksek fiyatları” solar teknolojisindeki hızlı gelişimin, ileride GES’lerin verimliliklerini çok yükselteceği tezine bağlayanlar var...
Her neyse bu tartışmalar böyle sürer gider. Bazı soruların kesin cevabını ille de hayatın kendisi verir. O yüzden de ister istemez bekleyip göreceğiz.
Bir yandan bunu beklerken, bir yandan da konunun başka boyutlarını tartışalım istiyoruz. Çünkü buna değer...
Tartışacağımız boyut, yukarıda sözünü ettiğimiz ihalelere fiyat teklifi sunanların, bu yatırımların kendini kaç yılda amorti edeceğine dair hesaplarıyla da yakından ilgili. Yatıracağı paranın hesapladığı süre içinde kendisine geri döneceğinden emin bir girişimcinin, GES lisansı için buna en uygun teklif vermesi çok doğal. İşte işin bu kısmı girişimcinin ve yatırımın kendisiyle ilgili bir boyut...
Ancak meselenin bir de ülkeyle ilgili boyutu var. Biz de oraya gelelim.
Şimdi güneş yerli ve yenilenebilir bir enerji kaynağı. Ve bu kaynağı değerlendirmek, Türkiye için elzem. Çünkü enerji ithalatına en bağımlı ülkeler liginde üst sıralarda bir ülke burası.
O yüzden şu soruyu sormak da şart: Girişimci kendisini 15 yılda amorti edebilecek, 50 yıllık bir yatırıma imza atacak ama Türkiye ekonomisi bu işten ne kazanacak?
Bu yatırımlarda kullandığınız ekipman yerli mi? Ekipman yerli değil ya da içinde yeterince yerli payı yoksa ne kadarlık bir dövizi yurt dışına çıkarmak zorunda kalacağınızı biliyor musunuz? Bu hesaplanmaya değer bir konu.
Çünkü ithal enerji kaynağına para ödememek için yerli kaynağınızı devreye sokmak isterken de ciddi döviz harcamanız gerekiyor.
Yani siz elin taşıyla kendi ağacınızdaki kuşu vuracağız diye o kuşun etinin yarısını daha en baştan yabancı şirketlere vermiş oluyorsunuz. Bu durumda enerjide dışa bağımlılığı azaltacağı iddiasıyla yapılan bu yatırımdan ne kazanacak ki Türkiye?
İşte tam burası işin püf noktası. Yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarınızı değerlendirmek için yerli yatırım malı üretip onu kullanmanız şart.
İşte bu yüzden Türkiye’de solar teknolojilerini geliştirmenin, bu alandaki yerli ekipman üretiminin sağlanması şart.
Bundan iki üç yıl kadar önce Türkiye’de düşük oranda da olsa yerli katkıyla solar ekipmanları üretimi başlamıştı. O tarihlede, “ölçek ekonomisi” teranesiyle yerli üretimi imkansız görenler, gösterenler vardı.
Ama bugün durum biraz değişmiş. Türkiye’de 20’ye yakın panel üreticisi faaliyette. Yerli katkı oranını yukarıya taşımaya da çalışıyorlar.
Ancak önlerinde ciddi engeller var. Kalitesiz ve rekabeti öldürücü fiyatlarla ülkeye giren panellerden söz ediyoruz. Türkiye’deki üreticilerin Uzakdoğu menşeili panellere karşı anti damping soruşturması açılması talebi gündemde.
Bu talebin ciddiye alınması gerekiyor. Yoksa yıllardır tartıştığımız “niye yerli otomobil markamız yok” tartışmasının bir benzerini de ileride bu konuda yapmak zorunda kalırız.