Eleştirelim, protesto edelim ama...
Gezi parkı protestoları ve bunların yol açtığı üzücü olaylar günlerce Türkiye gündemini meşgul etti. İnsanlarımız ve güvenlik güçlerimiz yaralandı ve öldü; otobüsler yakıldı, kaldırımlar söküldü. Dahası, dünyada Türkiye'nin olabilecek en kötü reklamı da yapıldı.
Olayların zamanlaması ise Türkiye açısından hiç de iyi olmadı.
Düşünün, Avrupa ve Amerika milyonlarca işsizini, bankalarını ve hükümranlarını nasıl kurtaracağını, hanehalkı borçlularının borçlarını nasıl ödeyeceğini konuşuyor şu anda. Avrupa ekonomisi bu yıl yüzde bir civarında daralmayı bekliyor. Japonya 20 yıldır devam eden durgunluğu / yavaş büyümeyi / deflasyon riskini ortadan kaldırmak için para musluklarını (tekrar) açıyor; bunu yapmak için de Merkez Bankası başkanını değiştiriyor. Dünya da Abenomics'i alkışlıyor. Aynı saikle, uzun süredir para basan Amerika ayda 85 milyar dolarlık bedava para basımını ne zaman azaltacağını tartışıyor. Kıbrıs ve Yunanistan on yıllardır kalkınsın diye Avrupa tarafından milyarlarca euro sübvanse edildikten sonra batıyor. İspanya bankacılık sisteminin yarısı sorunlu. Fransa ve Alman bankaları da öyle. İngiltere ve Fransa'da hükümetler değişiyor ancak sıkıntı ve şikayetler artarak devam ediyor.
İşte bu ortamda, Türkiye senelerdir uyguladığı politikaların (bir kısmını bu köşede eleştirdiğimiz) meyvelerini yemeye başladı. IMF'ye olan borçlar ilk defa tamamen geri ödendi. Diğer ülkelerde sürekli not indirmek zorunda kalan sıfırcı hocalar Türkiye'nin notunu nihayet yatırım seviyesine çıkarmak zorunda kaldı. Jeffery Sachs gibi dünyanın en tanınmış iktisatçılarından birisi daha geçen hafta Türkiye'yi yere göğe sığdırmayan yazı yazdı.
Türkiye böyle bir uluslararası konjonktürde 1960'lı yıllardan beri yılan hikayesine dönen nükleer reaktör yatırımlarını başlatıyor. Başlatıyor ki cari açığın en önemli kaynağı haline gelen enerji açığını düşsün. Bu arada Türkiye, karalarında ve denizlerinde petrol ve gaz aramalarını yeni yatırımlarla artırıyor. Sağlık sistemini tüm halkına açıyor. Önemli bir sağlık turizmi merkezi olmak için PPP projeleri üretiyor. Kentlerde çok geç kaldığımız metro projeleri tekrar başlatılıyor. Üçüncü köprünün temelini atıyor. İstanbul-İzmir'e otobanla bağlanıyor. Asya Avrupa'ya Marmaray'la bağlanıyor. Türkiye dünyada az sayıdaki hızlı trene sahip ülkelerden birisi oluyor. Dahası, hızlı trenden bilet bulmak bile sorun şu anda.
Türkiye, dünyanın en hızlı büyüyen havacılık sektörlerinden birisini inşa ettirdikten sonra dünyanın en büyük havaalanlarından birisinin çalışmasını inanılmaz bir ihale bedeli üzerinden başlatıyor. Türkiye'nin milli havacılık şirketi dünyanın en çok noktaya uçan havayolu oluyor. TAV, LİMAK, YDA, İÇDAŞ gibi firmaları Priştina'dan Kazakistan'a dünyanın havaalanlarını inşa ediyor. Çelebi gibi firmalar dünyanın değişik havaalanlarında yer Hizmetleri devi olmaya doğru gidiyor. Buna paralel olarak, Türkiye dünyanın en önemli turist destinasyonları arasında hızla yükseliyor.
Bu arada Türkiye on yıllardır süren Güney Doğu sorununa kalıcı bir çözüm bulma noktasına geliyor. Terör sorunu ortadan kalkıyor. Türkiye doğusuyla, batısıyla bir barış ve birlik ortamına giriyor. Türkiye bunları yaparken bir taraftan etrafı kaynıyor; bir taraftan kendisine sığınan 400,000 göçmene bakmak zorunda kalıyor. Diğer taraftan, 50'nin üzerinde ülkeden üniversite öğrencilerine ev sahipliği yapar hale geliyor.
Dahası, Türkiye "aman fincancı katırlarını ürkütmeyeyim" mantığını bırakıp uzun süredir ilk defa kendi menfaatlerini hırsla korumaya çalışan, önemli güçler tarafından göz önünde tutulması gereken uluslararası bir aktör haline geliyor.
Ne mi demek istiyorum? Türkiye sancılarla bir uluslararası güç haline geliyor. Kolay olmuyor. Eleştirilerle ve protestoları yapalım ama Türkiye'nin güçlenme sürecini baltalamayalım. Durumu, yaşı 40'ın üzerinde olup, 90'lı yıllarda Avrupa'nın hasta adamı olduğumuz dönemi hatırlayanlar daha iyi takdir edeceklerdir.