El Libertador
Simon Bolivar ile ilk tanışmam ortaokul yıllarında oldu. Bilgisayar oyunları yeni çıkmış, strateji oyunlarını yeni oynamaya başlamıştık. O zamanın şartlarında en iyi strateji oyunlarından biri “Colonization” oyunuydu. Oyunun amacı; gemileriniz ile Amerika da koloniler kuruyor, sonra da sizi oraya yollayan Avrupalı devlete karşı bağımsızlığınızı ilan edip oyunu kazanıyordunuz. İşte Latin Amerika’da koloniler kurduğumda, karşıma bana destek olmak için çıkan bir isim vardı “Simon Bolivar.” O zaman internet yok, açıp hiç bilmediğiniz bir konu ile ilgili engin bir bilgiye sahip olma imkanınızda yok.
Yıllar sonra Amerikan siyaseti ve tarihi okumaya başladığımda bu isimle daha çok karşılaşmaya başladım. Venezuelalı aristokrat bir ailenin çocuğu. Kökleri İspanya’ya dayanıyor. Genç yaşta aldığı eğitimler esnasında Jean Jacques Rousseau’nun 18’inci yüzyıl liberal düşüncesi ile tanışıyor. 16 yaşında eğitim için gittiği Avrupa’da hem bakış açısı hem de siyasi fikirleri köklü değişikliklere uğruyor. Üç yıl kaldığı İspanya’da, önemli bir İspanya asilzadesinin kızı Maria Teresa Rodriguez ile evleniyor. Hayatındaki en büyük kırılma evliliğinin üzerinden bir sene geçmeden, eşini sarıhumma virüsünden kaybetmesi ile oluyor.
Napolyon’un Peninsular Savaşları’nda, İspanya’nın güçsüzleşmesi ile İspanya’ya karşı bağımsızlık mücadelesi vermeye başlıyor. 1810’da başladığı askeri kariyeri 20 yıl içerisinde en üst noktalara ulaşıyor. Bağımsızlık savaşının başlamasını sadece Napolyon savaşları ile de ilişkilendirmemek lazım. Çok kısa bir zaman önce Amerika Birleşik Devleri’nde bağımsızlık savaşı yapılmış; George Washington ve Thomas Jefferson gibi figürler Simon Bolivar’a, New England halkının verdiği mücadele de Latin Amerika halkına ilham olmuştur.
Tüm hayatı boyunca yüzün üzerinde çatışmaya katılmış, Francisco de Miranda gibi hem Amerika hem İspanya hem de Fransa bağımsızlık savaşlarında mücadele etmiş önemli bir figür ile sırt sırta savaşlar vermiş bir kahramana dönüştü. Gerçi sonra Miranda’yı elleriyle İspanyollara teslim etti ama bu ayrı bir konu.
Venezuela’yı özgürleştirip tekrar kaptıran, Jamaika’ya sürgüne yollanıp güçlerini yeniden toplayarak, başta Venezuela, Peru, Ekvator, Panama, Guyana ve Brezilya’nın bir kısmını tek bir bayrak altında toplayarak, Latin Amerika’da İspanyolca konuşan tek devlet idealine yaklaşan efsanevi lider oldu. Bu Büyük Latin Amerika Devleti 1830 senesine kadar ayakta kaldı. Yaşanan birçok kayıplar, kendisine yapılan darbe girişimleri, suikast teşebbüslerine rağmen bu devleti kurup, ilk başkanı olmayı başardı.
1830 senesinde; en yakın ve ikinci adamı olarak gördüğü General Sucre’nin öldürülmesi, kendine yakın generallerin birbiri ile çatışmaya başlaması, en yakınları tarafından uğradığı ihanetler, ömrünü adadığı ve kurduğu Büyük Kolombiya Devleti’nin dağılmaya başlaması onu çok yıprattı ve üzdü. 1830 senesinde sadece 47 yaşındayken hayata gözlerini yumdu.
47 yılda, bilhassa da son 20 senede kazandığı askeri başarılar, siyasi ilerlemeleri ve ortaya attığı fikirler, Simon Bolivar’ı dünya tarihinin en önemli figürlerinden biri yapmıştır. Resmi kaynaklara göre veremden ölmüştü. Kimileri onun suikaste uğradığını iddia etti. Hatta mezarı yıllar içerisinde birden çok kez açtırılıp, otopsi yapıldı. Bu incelemelerin temelinde şüphesiz siyasi amaçlarda etkiliydi. Otopsi için en son mezarını açtıran, Venezuela’nın ünlü lideri Hugo Chavez olmuştu. Neticede 2010 yılında Amerikalı bazı uzmanların ellerindeki verilere göre yapılan araştırmalarda, o dönem ağrı kesici niyetiyle kullanılan arsenikten uzun süre fazla doz aldığından zehirlenmiş olması en yüksek ihtimal olarak görüldü.
Akıllarda hep iki soru kalmıştır. Birincisi kuzeydeki örneği yani ABD, bağımsızlık mücadelesini o dönem için daha güçlü olan İngiltere’ye karşı verip ve başarılı olmuşken; neden Bolivar’ın Büyük
Kolombiya’sı Birleşik Latin Amerika devleti idealine ulaşamadı, ya da en azından Büyük Kolombiya Devleti’ni kalıcı hale getiremedi.
Bunun sebeplerini kısaca ele alalım; güneydeki Maya, İnka ve Aztek uygarlıklarının etkisi bu tarihlerde neredeyse üzerinden yüzlerce yıl geçmesine rağmen bir kültür, medeniyet ve duruş olarak etkindi. Dolayısıyla zaten kurulu durumda olan bazı ülkelerin tek bir bayrakta birleşmesi çok kolay olmuyordu. İkincisi; George Washington ülkeyi kurar kurmaz batı ile uzlaşma içerisine girip, izolasyonist bir politika ile kendisini ve ülkesini dünya siyasetinden soyutlamıştı.
Oysaki Latin Amerika’nın tek bir bayrak altında birleşip bağımsız hale gelmesi sadece İspanya değil, Avrupa ekonomisini de darmadağın edebilirdi. Çünkü Latin Amerika’da bahsettiğimiz topraklar ve buranın Avrupa ekonomisine o günkü katkısı, Kuzey Amerika’daki 13 devletin kapsadığı alan ve Avrupa ekonomisine ve siyasetine etkisi kıyaslandığında aradaki fark büyüktü. Üçüncü önemli etken ise; Amerika Birleşik Devletleri’nde bile büyük bir idealizm çerçevesinde kurulan devletin, kuruluşundan ancak 70-80 yıl sonra hayata geçirebildiği köleliği kaldırma eylemi, Bolivar’ın 1820’lerden sonra kendi yönetimi altındaki tüm idarede uygulamaya başladığı bir reformdu. Birçok kişiye göre; köleliği kaldırma noktasında yaptığı reformlar ve takındığı tavır, bağımsızlık isteyen ama bu reforma hazır olmayan Latin Amerika soylularının da tepkisini çekmişti.
İşin enteresan kısmı Amerika Birleşik Devletleri ve George Washington’a kıyasla hem içerden hem dışardan büyük muhalefet ile karşılaşan Bolivar, bu büyük idealine (Birleşik Latin Amerika) ulaşamadan öldü. Ama tarihte unutulmayacak zaferler, özgürleştirdiği yüzbinler ve ortaya koyduğu Büyük Latin Amerika ideali ile Güney Amerika tarihine damgasını vuran büyük bir lider oldu.
Akıllardaki ikinci soru ise; ya bu büyük ideale ulaşılsaydı o zaman ne olurdu? Uluslararası ilişkilerde böyle analiz yapmak hem doğru değildir, hem de sonu asla bilinemez. Ama bir yandan da keyifli ve enteresan bir bakış açısı ortaya çıkarır. Eğer bu büyük hedefe ulaşılsaydı, Napolyon savaşlarının geleceği, Metternich sürecinin nasıl şekilleneceği, 1. ve 2. Dünya Savaşları’nın çıkıp çıkmayacağı, ya da seyrinin ne şekilde olacağı, Soğuk Savaş’ın çıkması halinde aktörlerinin kim olacağı hep merak konusu olacak. Çünkü; dünya siyasi sisteminde Çin, Rusya, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’dan da büyük bir gücün tarihimizin son 200 senesinde var olduğunu düşünün, ama yok. Fakat her şeye rağmen bu ideali topluma etki etmiş ve Latin Amerika tarihinin değişmez kurtarıcısı Simon Bolivar’ın Latin Amerika’nın dününe, bugününe ve geleceğine yaptığı etki tartışılmaz olacaktır.