Ekonomiye cesaret aşısı
Teslimiyet, içeriği ve niteliği ne olursa olsun, hayatın kötü sürprizlerine karşı asla çare değil. Bugün "ekonomik hayatın" kötü sürprizi ABD kökenli, "gayrimenkul köpüklü" küresel malî kriz. Kısaca para (finans) krizi… "Haydut fonların" icadı; aracı şirket, banka destekli han, hamam, arazi "kaşkarikolarına" dayalı " finans sisteminin" zehirli köpüğü, reel ekonomileri yapışkan balçığına doğru çekiyor.
Durum şu: Direnmeden teslim olan balçığa yuvarlanıp boğulacak. Direnen ise hayatını, varlığını kurtaracak. Tercihin altın dengesi iki bileşenli: Mikro ve makro akıl, mikro ve makro cesaret! Dünyaya bakıyoruz, krizin zehirli köpüğünde boğulmak istemeyenler direniyor. Teslimiyete kapılanlarsa "korku" üretiyor.
Türkiye gelince… Henüz "iki arada bir derede" görünümü hâkim. "bize bir şey olmaz" kör cesaretinden, "bir kere daha IMF olmazsa balçığa gömülürüz" korkusu arasında sarkaçlanıp duruyor. Akıl ve özgüvenle bilenmiş cesaret kıvamından uzak.
Ümidin adı…
Krizin adı "para" olunca, krizden çıkışın adı da ister istemez bankacılık sistemi oluyor. Çünkü, bu sistem reel ekonominin "kalpgâhı". O yoksa reel ekonomi de yok. Özellikle kriz anlarında ekonomiye güven verecek, yol gösterecek, destekleyecek banka sistemi arayışı, bundan…
Dikkat edilirse, kriz sarsıntılarının henüz düşük "Richter"le de olsa, hissedilmeye başlandığı reel ekonomide aktörler ümitlerini hükümetten önce bankalara bağlıyorlar.
Haklılar, çünkü finans dinamiğinin kriz köpükleri arasında yolunu şaşırdığı bir zaman diliminde, bankacılık sistemi de "kabuğuna çekilir", sadece kendi "kalesini" korumakla yetinirse reel ekonominin çökmesi kaçınılmaz olur.
Tabii, bankacılık sistemini de belirli bir anlayışla değerlendirmeliyiz. Küresel krizin finansal ve reel etkileri, karmaşık seyri, içerdiği belirsizlikler karşısında sistemin kendini koruması da haklı ve gerekli.
Ancak, bu koruma güdüsü mikro ve sistem düzeyinde yasal ve makul "ihtiyat" ölçülerini asla aşmamalı. Sistem, "kamusal" sorumluluğunu, mikro korunma güdüsünün arkasına düşürmemeli.
Psikolojik destek
Türkiye'den "reel ekonomi" dediğimiz yapının yüzde 98'i küçük ve orta ölçekli işletmeler. Bu biliniyor. Bilinmesi, kavranması gereken bir şey daha var: Yüzde 98'i gözden uzak tutan, krizlerde "ilk harcanacaklar" listesine koyan bir "finans zihniyeti" genel ekonomik gelişmeyi "kösteklemekten" başka bir işe yaramaz!
Bankacılık sistemi son birkaç yıldır KOBİ'ler dünyasının kurumsal önemini keşfediyor. Bu, geç de olsa, önemli ve olumlu bir gelişme. Ama, kimi bankaların özellikle kriz dönemlerinde kapıldıkları abartılı telaş ve panik hali, bir yönüyle sistemin diğer aktörlerine "kötü örnek" oluyor; diğer yönüyle, reel ekonomideki sektör ve aktörler üzerinde olumsuz psikolojik etkiler yaratıyor. Oysa, ekonominin para kadar psikolojik desteğe de ihtiyacı var.
Bugün reel sektör, KOBİ'ler sistemden şunu bekliyor: Bankalar kredilerini "vadesinden önce" geri çağırmaktan vazgeçmeli. Kullananda bir sorun varsa, ona girişimini, işini ya da başlattığı projeyi yarıda bıraktırmadan, denetleyici ve yönlendirici müdahalelerle yetinmeli. Bu krizde bankacılık sistemine büyük görev ve sorumluluk düşüyor.