Ekonominin aşil topuğu

A. Levent ALKAN
A. Levent ALKAN [email protected]

 

Küresel sermaye hareketleri öylesine sistemik etkide olumsuzluklar bırakıyor ki dengesizlikler içinde sürüklenen dünya ekonomisi, kendi ikiyüzlülüğünün enkazı altında kalıyor ve kurtarılmayı bekliyor.

Başçı’dan aldığımız, birbirinden önemli üç farklı mesajın odağında “fiyat istikrarının” yer alıyor olmasına şaşırmadık. 1980’li yılların enflasyon dalgası, küresel ekonominin sırtındaki kambur olmaktan kurtulur kurtulmaz Türkiye’nin de dünya ortalaması kadar bir enflasyonu olduğunu varsayarsak, milli gelirimiz ne kadar değişirdi sorusunu kendi kendine sorup yanıtlıyor. Fiyat istikrarının ne kadar önemli olduğunu, Türkiye’nin yüksek seyreden enflasyon dönemleri yerine küresel ortalamalarda bir enflasyonu yerleştirip kişi başına milli geliri hesapladığımızda mevcudun iki katına ulaşılmış olduğunun altı çiziliyor.  Hem deflasyonun hem de yüksek enflasyonun ekonomiyi olumsuz etkileyen iki aşırı uç olduğunu hatırlatırken,  bir merkez bankasının büyümeye sunabileceği en büyük katkının da fiyat istikrarı olacağına işaret ediyor. Bu noktada kısa dönemin tecrübeleri imdadımıza yetişiyor.  Avrupa Birliği, ECB ve “Borç Krizi” örneği, mali birliğin olmadan parasal birliğin, ne kadar havanda su dövmek olduğunu kanıtlıyor bize. Ortak karar mekanizmalarının işlerliği olmadan büyüme, istihdam ve mali yapısal sorunlara ortak reformist neşterler atılmamış oluyor.  İçerlerde kontrolsüz büyütülmüş bir habis oluveriyor ve sistemik yapıyı yerlere serebiliyor birden. Bu durum bizim için de geçerlidir.  Fiyat istikrarı çok önemlidir.  Bu istikrar kur için de geçerlidir.  İhracatçı için üç konu önemlidir. Bunlar,  a) Kurun seviyesi, b) Kurun istikrarlı seyri, c) Dış satımlarda üretimlerin rekabetçi niteliği.  Ekonomileri istikrara taşıyan üç ayaksa i) Ücretlerdeki artışların genel düzeyi, ii) Devalüasyon ve iii) Enflasyon. Bu üç farklı parametrenin birbirlerine göre geçişkenlikleri, ekonomik yapının ana unsurunu oluşturan kurumların sistemik niteliklerini ortaya koyar. Yani kurumsal yapılan ne kadar güçlü olursa, ücretlerdeki artışların enflasyona geçişi de o nispette zor olacaktır.  Sonuç olarak da bu ikisinin deflasyon yaratma riskleri etkilenecektir. 
Enflasyon ve çıktı açığının stabilizasyonu için, reel faizlerle manşet enflasyonun toplamına eşit ya da ondan daha büyük bir nominal faize gereksinim duyulmaktadır. Türkiye ekonomisi ve benzer nitelikli birkaç gelişmekte olan ülke dışında, dünya ülkeleri deflasyon, borç sarmalı ve bütçe açıklarıyla kıskaca alınmış durumdadırlar. Buluşlar, fizik altyapı, insan kaynakları, iş piyasası ve teknoloji reformlara yüksek ölçüde gereksinimini sürdürüyor. Buraya kadar her şeyin yanıtını bulabiliyoruz. Konu, yapısal reformların kilit noktası teknolojiye gelince, gelişmiş ülkelerden ne gelişmekte olanlara ne de geri kalmışlara akmadığına tanık oluyoruz.  Neden portföy yatırımlar kadar kolay, doğrudan yatırımlar kadar da iştahlı bulamıyoruz teknoloji transferini.  Hatırlanırsa marjinal fayda artan servetin bir seviyeden sonraki sabit yararına; pareto optimizasyonuysa birinin başarısının diğerinin başarısızlığına bağlı olduğuna dayanıyor.  Küresel sermaye hareketleri öylesine sistemik etkide olumsuzluklar bırakıyor ki, dengesizlikler içinde sürüklenen dünya ekonomisi, kendi ikiyüzlülüğünün enkazı altında kalıyor ve kurtarılmayı bekliyor. Temelde yatansa, marjinal faydayla pareto optimizasyonu gibi, birbirine tezat iki politik seçenekten hangisi işine gelirse onu kullanmanın abesliğidir. İşte bu nokta ekonominin öyle bir aşil topuğudur ki, onu bir anda bilim çizgisinden çıkartabiliyor ve maskaralık çizgisine oturtabiliyor. 
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar