Ekonomik sapkınlıklar ve işletmeler
Bu yazımda sizlere 2011 yılından beri hemen her yazımda kullandığım bir paradigmayı hatırlatmak ve bu paradigmayı değişik bir alanda kullanmak istiyorum. Okurlarım umarım hatırlayacaklardır. Benim uluslararası alanda BMS (Business Management System) Türkçe İYS (İşletme Yönetim Sistemi) olarak bilinen bir paradigmam vardır. Aşağı yukarı sekiz senedir bu sütunda işletmecilik konusunda yaptığım tüm çözümleme ve önerileri bu paradigmadan yaptığım çıkarımlara dayandırırım. İYS temel aksiyomlara dayalı bir bütündür. Bu temel aksiyomlardan birincisi işletmecilik ve işletme kavramlarının birbirlerinden ayrılmalarıdır. Bu bağlamda İYS, yöneticileri sürücülere işletmeleri de otomobillere benzetir. İkinci aksiyom işletmenin amacıyla ilgilidir. İYS paradigması bir işletmenin tek amacı olduğunu ve bunun da 'Karını geçtiği donemden; rakiplerinin karlarından ve işletmenin işine devam edebilmesi için yeterli sayılacak kardan yüksek tutmak' olduğunu varsayar. İYS’de işletmeler sadece bu amacı gerçekleştirmek için kurulan örgütler olarak tanımlanır. Paradigmada bir işletmenin pazarlama ve üretim olmak üzere sadece iki parçadan oluştuğunu varsayar. Sonuçta işletme bir şeyler üretip bunları pazarlayarak amacına (karını geçtiği dönemden; rakiplerinin karlarından ve işletmenin işine devam edebilmesi için yeterli sayılacak kardan yüksek tutmak) ulaşmak için kurulan bir örgüttür tanımı İYS paradigmasının temel öğesi olarak konulur. Paradigmada yönetici de işletmenin kaynaklarını (insan gücü, finans, sabit kaynaklar ve alt yapı, bilgi ve know-how, stratejik ortaklıklar ve işbirlikleri) kullanarak işletmeyi bu amaca ulaştırmakla yükümlü biri olarak tanımlanır. Umarım bu kısa hatırlatma hafızanızı tazelemiştir.
Bu paradigmanın anlamlı ve geçerli olduğu işletmeler serbest giriş çıkışın olduğu, rekabetçi liberal piyasalarda çalışan işletmelerdir. Ekonomik sapkınlıklar dediğim şey serbest giriş çıkışı şu veya bu nedenle engelleyen ve rekabeti kısıtlayan girişim ve koşullardır. Bu tür piyasalarda işletmeler bir şeyler üretip bunları pazarlayarak amacına ulaşmak için kurulan bir örgüt olarak çalışmazlar, çalışamazlar çünkü amaca ulaşmanın yolu artık üretim ve pazarlamadan geçmez. Yasa ve genel ahlak dışı amaçlı işletmeleri bir kenara bırakarak bir kaç örneği hatırlayalım. Bir aralar Türkiye’de ithalat veya ihracat permisi satarak para kazananlar vardı. Hakkınla veya torpille cebine bir permi koyanlar ithalat veya ihracat yapmadan bu kâğıtları satarak para kazanıyorlardı. Perminin kendisinin pazar değeri perminin yapılması için verildiği işi yapmaktan gelecek kârdan daha yüksek olabiliyor ve bir anlamda permiyi kapan işletme işletilmeden para kazanıyordu. Bir başka örnekte, daha önce detaylarıyla anlattığım Tanzanya'nın en büyük ve zengin şirketlerinden biri fıstık ihracatı, beyaz eşya ithalatı ve bankerlikten oluşan sahalarda iş yapıyordu. Fıstığı çok düşük bir kârla Hindistan'a ihraç̧ ediyor, İngiltere’den ithal ettiği beyaz eşyayı iç pazarda zararına satıyor ve yerel işletmelere döviz kredisi veriyordu. Fıstık işi çok az kârlı, beyaz eşya işi ise zarar ediyordu. İşletmenin bankerlik kolu çok para kazanıyordu. O zaman Muhammad Bey'e (sahibinin adı) "Beyefendi bu fıstık ve beyazeşya işini bıraksanız da sırf bankerlik yapsanız" demez miydiniz? Ben demedim. Çünkü̈ fıstık dövizi getiriyor, dövizin bir kısmı yerel paraya çevrilip fıstık alımına diğer kısmı ise bankerlik kurumuna fahiş̧ faizlerle satılmak üzere veriliyordu. Muhammad Bey'de işte böyle para kazanıyordu. Fıstık ve beyaz eşyayı üçe alıp beşe satarak değil. Bir diğer ülkede dağıtım kanallarında eli mahküm bayilerden işe başlarken ve her teslimattan aylar önce alınan banka teminatları bankalara kırdırılarak nakde çevriliyor ve bu nakit kullanılarak para kazanılıyordu. Bir başka ülkede malı yerel üreticiden vadeli alıp pesine satan ihracatçı gelen yabancı paraları içlerdeki mali piyasalarda değerlendirilerek ihracatın getirisinin üstünde paralar kazanılıyordu. Üretici de ödeme bekliyordu. Enflasyonun yüksek olduğu bir ülkede eski stokları yeni fiyatlarla satarak büyük paralar kazanılıyordu. İşletmelerin tüm yapacağı piyasaya ürün sürmek yerine beklemek, bir tabiriyle ‘stokçuluk’ yapmaktı.
Tüm bunları bu işletmelerin, daha doğrusu bu işletmeleri yönetenlerin ‘vahşi kapitalistler’ olarak birilerinin kanını emen vampirler olduklarını söylemek için yazmıyorum. Okurlarım hatırlayacaklardır. İşletmeciler bu durumlarda yapmaları gereken işleri yapıyorlar. Yani işletmenin arkasındaki sermayenin çıkarlarına hizmet ediyorlar. Sorumlular bu tür sapkınlıklara yol veren, olanak sağlayan yasal ve ekonomik koşulları yerine koymayan veya koyamayan, uygulayamayan veya uygulayamayan makro düzenden sorumlu kurum yani devlettir. Bu işletmecilerin yapmadıkları şey işletmelerin kamuya yarar sağlayacakları şeyleri üretip pazarlamak yerine kaynaklarından para kazanmak yolunu seçmeleridir. Bu da ülkelere kalıcı hasar verir. Yani dostlar ekonomik sapkınlıklara yol açan düzenler şeker hastalığı gibi belki öldürmez ama organları (yani kurumları) bozarak her türlü hastalığa yol açarlar. Bu tahribat kolay kolay düzeltilemez. Bir ekonomide eğer serbest giriş çıkışı kaldırır, rekabeti önleyecek işler yaparsanız işletmeler üretip pazarlayarak para kazanmak yerine kaynaklarından para kazanmaya alışırlar( ) ki bu da minimal kamu yararı (refah üretimi) getirir. Para, para kazanır, sabit tesislerde tekelleşenler para kazanır, bilgiyi tekelleri altına alanlar para kazanır, vs. Üretip pazarlayarak para kazanmaya uğraşan ‘safdiller de’ kıvranır durur.
Eğer samana sahip olmak eşeğe saman verip beslemekten daha çok para kazandırıyorsa kimse eşeğini beslemez. Sonuçta Nasreddin Hoca'nın dediği gibi eşek açlığa alışamaz ve ölür. Yani bir ekonomik sistemde kaynaklara sahip olanlar kaynakları mal ve hizmet üreterek pazarlamada kullananlardan daha çok para kazanıyorlarsa o sistem uzun süre yürümez.
Bu tür düzenler tıkanır amiyane tabiriyle bu eşek ölür. Bu konuyu 17 Ağustos 2011 tarihinde işlemiş(2) ve etmeyin tutmayın diye yakarmıştım. Eğer eşek öldüyse en iyi strateji o eşekten inmektir. Yani işletmelerin kaynaklarından, üretip pazarlamadan para kazanmalarına engel olunmalıdır. Ama bakıyorum ülkeler temel ekonomik koşullarda radikal değişiklikler yapmak yerine, yani ölmüş eşekten inmek yerine aşağıda sıraladığım sözde önlemlerle(3)
vakit geçiriyorlar:
Binicileri veya onların semerlerini değiştirmek
Eşeği daha çok kamçılamak için daha sağlam ve değişik kamçılar aramak
Ölmüş eşeğin performansının incelenmesi için komiteler başka ülkelere ölmüş̧ eşleği onlar nasıl kullanıyorlar konusunda heyetler göndermek
Başarı ölçülerini ölmüş eşeğe göre yeniden ayarlamak
Ölmüş eşeği 'yaşam özürlü' olarak yeniden tasnife tabi tutarak aslında ölmediğini ileri sürmek
Ölmüş eşeğe nasıl binileceğini incelemek için danışmanlar meclisi kurmak, çalıştaylar yapmak
Ölmüş eşeğin performansını arttırmak için binicilere daha büyük bütçeler vermek
Ölmüş eşeği başka ölmüş eşeklerle bir araya getirerek performansı arttırmaya çalışmak
Kiloca daha hafif sürücülerin ölmüş eşeğin performansını arttırıp arttırmayacaklarını incelemek · Ölmüş daha az masraf gerektirdiği gerekçesiyle daha iyi olduğunu
Ölmüş eşeklerin sağa sola pislememeleri nedeniyle çevre dostu olduklarını açıklamak
Eşeğin aslında ölmediğini basu-badel-mevt inancına göre bir gün dirileceğini açıklamak
Bu eşek ölmüş bırakın diyenleri ihanetle itham eden basın kampanyaları hazırlamak
Kabahatin eşekte değil başkalarında olduğunu ileri sürmek
Sizin ölmüş eşeğinizin tüm sağ eşeklerden daha iyi olduğunu iddia etmek.
Sağlıcakla kalın
------------
(1) Bu konuyu detaylarıyla 17 Temmuz-22 Ağustos 2013 tarihli yazılarımda işlemiştim.
(2) Osman Ata Ataç, Kriz, 17 Temmuz 2011, Dünya Gazetesi
(3) Bu listenin daha kısa ve değişik bir halini ABD'nin Dakota eyaleti Kızılderililerinin 'ölmüş̧ at' konusunda söylediklerini iddia eden bir yazıdan bana aktaran asistanım Sn. Diana Orejas hanıma teşekkürlerimle.